GETOLAR

En tanınmış geto Varşova Getosu idi. Varşova, 335,000 Yahudi’nin , toplam nufusun 1/3 ‘ünü oluşturduğu  bir şehirdi. Yahudiler’in birçoğu da Varşova’ya gönderildiğinden , nufus, 450,000’i bulmuştu. Tüm bu Yahudiler, şehrin ,etrafı duvarlarla çevrili %2,3’ lük bölümüne sıkıştırılmışlardı.

Bir Anı:

Krakow Getosu’ndan Geçici Olarak Dışarı Çıkma

Gündüz yoklamasından sonra, hepimiz ağır muhafızların gözetimi altında çalışmak için şehre yürüdük. Bu şartlarda olmasına rağmen, getodan dışarı çıkıp temiz hava almak bile çok güzel birşeydi. Aynı zamanda, çevremizdeki değişmeyen dünyaya bakarak kendi yoksulluğumuzu da anlıyoduk. Gördüğümüz normal hayatlarını sürdüren, normal insanlardı. Sokaklarda neşeyle oyun oynayan çocukların yanından geçtik, anneleriyle sokakta dolaşan oğlanlara baktık, gülen, sohbet eden, ani ve zorlayıcı bir ayrılığın korkusundan uzak birsürü insanı seyrettik. Torunlarının pusetlerini iten mutlu ve umutlu büyükanneler, el ele tutuşup gülümseyen ve geleceğe güvenle bakan  gençler vardı sokaklarda. Yürümeye devam ettik.

Yahudiler’in evleri, Polonyalılar tarafından istila edilmişti. Yahudi işyerlerine, Almanlar el koymuştu. Yahudiler’in kendileri ise sevinçlerinden uzaklaştırılmış, ailelerinden kopartılmış, paçavralar içinde, hayvanlar gibi sıkıştırılmışlardı.  Bizden alabilecekleri son işgücünü de almak, damarlarımızdaki son kan damlasını da dışarı sıkmak, ve sonunda geriye kalan işe yaramaz vucutları da yoketmek istiyorlardı.  

Evet, Geto duvarları dışında hala, normal bir hayat sürüp gitmekteydi. Gülen, eğlenen Polonyalılar,Yahudiler’den kurtulmuşlardı.     “ Ne, onlar hala buralardalar  mı ?” diye soruyorlardı. “ Hitler bunların hepsini hala öldürmedi mi? ”

Sağlık koşulları çok kötüydü. Bulaşıcı hastalıklar herkesi kırıp geçiriyordu. Geto hayatı dayanılmaz boyutlaraydı. Eğer bir kişi , çalışmaya uygun değilse, yemek fişi de alamıyordu. Bu da açlıktan ölmesi demekti. 75,000’den fazla insan hastalıklar ve açlık sonucu hayatlarını kaybetti. 

Geto’da yaşayan Yahudiler’in, Almanlar’ın ne düşündüğü hakkında hiçbir fikirleri yoktu. İlk önce, Naziler’in onları açlıkla veya hastalıklarla öldürmek istediklerini düşündüler.

Getolar ,Naziler’in emirlerini yürütmekle görevli Judenrat denilen Yahudi heyeti tarafından yönetiliyordu. 

Bir Anı:

Almanlar Şehre Girince

Zulüm ,Almanlar şehre girer girmez, 34 masum Yahudi’yi vahşice öldürdüklerinde başlamıştı. Alman SS’ler Yahudiler’i öldürmek için öylesine bahaneler arıyorlardı. SS, Yahudi olmayan birine , Yahudiler’in nerelerde yaşadıklarını sordu. O, Itzhak Goldfliess’in evini işaret etti. SS, arkadaşımın evinin içine girdi, anne-babasını,karısını,ve 2 çocuğunu öldürdü. Itzhak, o sırada evde olmadığından katliamdan kurtulmuştu. Savaş sonuna kadar yaşamayı başarmış, Kamionka’da bile hayatta kalmayı başarabilmiş, sonra da Amerika’ya gitmişti. Tekrardan evlenmiş, bir kızı, daha sonra da bir torunu olmuştu.

İşgalin ilk Şabat’ında , Almanlar, tüm Yahudiler’i toplamış, ve şehrin merkezine büyük , geniş bir çukur kazmalarını emretmişlerdi. Sonra da bu çukurları doldurmak için  kovalarla moloz ve umumi tuvaletlerden kanalizasyon suyu getirmelerini  emretmişlerdi. Daha sonra eve gidip, Şabat giysilerini giydikten sonra, öğle vakti yeniden orada toplanmaları söylenmişti.. Bir Gestapo subayı, Yahudiler’den beklentilerini, Alman askerlere karşı nasıl davranmaları gerektiğini onlara anlattı. Almanlar, Yahudi hayatını kontrol eden tüm kurallar ve zorlamalardan büyük zevk alırlardı

Chorostkow’daki biriçok Yahudi’nin tersine,annem , emredildiği gibi davranmamamızı önerdi. Bunun yerine, çatı arasına gitmemizi ve emredenleri memnun etmek için , öğlen  geri dönenleri izlememizi istedi. Herkesin şaşkın bakışları içinde, Yahudiler, pislik dolu çukurların içine sokulup sıraya geçirildiler. Şehirde yaşayan birçok Ukraynalı, bu aşağılayıcı olayı izleyip tüm kalpleriyle eğlenmek için toplanmışlardı. Diğer bir yandan, Ukraynalı olan şehrin belediye başkanı, Vasilenko,  bu barbarca hareketi protesto edip görevinden istifa etmişti. Fakat, Ukraynalı ve Polonyalı insanların çoğu, Yahudiler’in katliamı için Almanlar’ı istekle desteklemişlerdir. Yahudiler, iğrenç kanalizasyon pislikleriyle dolu çukurda 1 gün boyunca durmaya zorlamışlardı. Almanlar, onları sopalarla dövüyor, bazen de eli sopalı, odunlu , tırmıklı Ukraynalılar’a Yahudiler’e saldırmaları için fırsat veriyorlardı. Ne zaman birisi, çukurdan çıkmaya çalışsa, hemen Alman SS subayları veya Ukraynalı siviller tarafından  dövülür, geriye düşmesi sağlanırdı.

Bu, Chorostkow’daki Alman yönetiminin nasıl olacağının küçük bir göstergesiydi. Her gün, başka bir işkenceyi, vahşeti ve ölümü beraberinde getiriyordu. Birkaç ay içinde, Almanlar bize ,emirlerini uygulayacak ve yürütecek bir Judenrat ( Yahudi heyeti ) kurmamızı emrettiler. Judenrat, Yahudiler’i birbirleriyle  karşı karşıya getirerek kavgalara neden olacaktı.

İlk önce, Naziler, tüm altın ve mücevherleri , Judenrat’a teslim etmemizi emrettiler. Her evin reisi, ailenin tüm mücevheratlarını toparlayıp ,(cesaretli olanlar çok az bir kısmını sakladıktan sonra )Judenrat’a teslim ettiler. Judenrat, bunları, Almanlar’a teslim etmeden önce, düzenlediler ve dikkatlice hesabını yaptılar. Daha sonra, Chorostkow Yahudileri, gümüşlerini, dini eşyalarını, kürklerini ve sanat eserlerini de vermek zorunda bırakıldılar. Her gün, Naziler, yeni bir istekle geliyorlardı: Giysiler, halılar, örtüler… Judenrat, tüm emirlerin yerine getirilmesinden sorumluydu. Alman emirlerini yerine getirmekten başka bir şansları yoktu, aksi bir hareket ölümle sonuçlanırdı.

Almanlar’ın gelmesinden 3 hafta sonra, 10 yaşından büyük bütün Yahudiler’in , üzerinde mavi Magen David’in olduğu bir kol bandı takmaları zorunlu oldu. Beyaz kumaşları  veya masa örtülerini kesip , mavi mürekkeple Magen david çizmiştik.  Bu şaşırtıcı işaret, bizi herzaman diğerlerinden ayıracak ve ne kadar fazla nefret edildiğimizi bize her an hatırlatacaktı. Yahudiler’den nefret eden Ukraynalılar, sokakta ne zaman beyaz bantlı bir Yahudi görse, hemen aşağılamaya başlıyorlardı. Eğer bir Alman’a rastlanırsa da sakalın kesilmesi, veya karına sert bir tekme yenilmesi işten bile değildi.

Yıllarca ailemin beraber çalıştığı ve annesinin benimkisiyle okul arkadaşı olduğu Polonyalı Çiftçi Jan Gorniak  saat altıda kapımıza yüz kilo un getirdiğinde , yaşanan çelişki inanılmaz boyutlaraydı.

“Ne olacağını bilmiyorum” demişti Jan bize. “ Almanlar’ın beni yeniden getoya girmeme izin verip vermeyeceklerini bilemem. Bu unu alın. Gelecek günlerde sizlere yardım edecektir.”

Geleceğin ne getireceğinden bizim de haberimiz yoktu, ve Almanlar’ın getirdiği  kısıtlamalarla ne kadar yiyecek bulabileceğimzi de asla bilemezdik. Bu nedenle Jan’a çok teşekkür ettik.

Eşyaları toparlamaktan başka, Judenrat’ın  kar temizleme, tarla işleri, temizlik çalışmaları gibi ağır işler için de adam toplaması gerekiyordu. Almanlar’ın amacı , insanlar çalışırlarken onları aşağılamak ve olabilecek herhangi bir saldırı için korunmasız kurbanlar haline getirmekti. Kadınları aşağılamak için  en kullanılan yol da , onlara umumi tuvaletleri ve hayvan ahırlarını temizletmekti.

Ben de böyle ağır işlerde, özellikle tarlada, çok çalıştırıldım. Fakat genç ve kuvvetli olduğumdan, kötü şartlara dayanabiliyordum. Ama herkes böyle değildi. Hergün, yaptıklarına artık daha fazla dayanamayanlar çıkıyordu. Böyleleri ya dövülür, ya da vurulurdu.

Kısa bir süre sonra, Almanlar, Judenrat’tan  ‘özel görevler’ için 200 yapılı genç adamın listesini istedi. Bu özel görevse, insanlık dışı ortamda , çok az yemek verilerek yaptırılacak dayanılmaz fiziksel işlerden başka birşey değildi. Hiçkimse, böyle bir görev için listelenmek istemedi ve herkes rüşvetle bir şekilde kendisini kurtarma girişiminde bulundu. Rüşvet, çoğu zaman, yaşamla ölüm arasındaki fark demekti.

Şanslı olmayan ve bu özel göreve alınan kişiler, şehrin 50km. Dışına bir çalışma kampı inşa ettiler ve sonradan buralara yerleştirildiler. Bu kampın adı Stupka idi ve Almanlar’ın savaşın ilk dönemlerinde kurduğu yüzlerce çalışma kampından sadece bir tanesiydi. Bu kamplar, Yahudiler’i , Ruslar’ı ve diğer politik mahkumları hapsetmek ve ölene kadar çalıştırmak için kurulmuştu.

Auschwitz, Majdanek, Treblinka ve Belzec gibi ölüm fabrikalarıyla karşılaştırıldığında, Kamionka ve Stupka gibi daha küçük çalışma kampları , daha uzun işkencelerin yaşandığı yerlerdi ve küçük kamplarda daha çok insan ölmüştü. Çalışma kampında, hayat, sürekli  sertliğin ve gaddarlığın yaşandığı bir kabustu. Bir insanın daha fazla dayanıp dayanamayacağı sadece bir an meselesiydi. Alman İşgali sırasında benim gönderildiğim  Kamionka’da 16,000 insan yaşıyor ve çalışıyordu.Bütün bu kişilerden 36’sı savaşı atlatabilmişti.

***

Auschwitz veya diğer kamplara gönderilmek için insan istendiğinde , Naziler 1,000 kişinin ismini isterdi. Yahudi heyetinin mantığı, “ Eğer 1000 kişiyi göndermezsek 2000 kişi isterler” şeklindeydi. Aslınsda, sadece 1000 kişi değil, 2000 kişi gidiyordu. Ve sadece 2000 kişi de değil, heyet üyeleri ve onların tüm akrabaları da yollanmıştı. En sonunda, getodaki tüm insanlar yokedildi.

Bir Anı:

Belzec

Judenrat üyesi Shmuel Weissbrod, karısı ve çocuklarının saklandıkları yerlereden çıkartılıp , trenlere gönderildiğini öğrenince ,ailesine katılmaya karar verdi. Tabii ki, SS lerin toplanan bu 1,000 Yahudi’yi Kamionka’ya değil de , Lvov ‘un 50 mil uzağındaki Belzec Ölüm kampına gönderdiklerinden haberi yoktu.

Orada, bu insanlar çalıştırılmayacaklardı. Almanlar, hayvan vagonlarına 120 Yahudi’yi balıklar gibi sıkıştırmadan evvel, her vagonu 7 cm kalınlığında yakıcı kireçle kaplıyorlardı. Normalde, yapı işlerinde kullanılan bu kireç, tene değdiği anda yakıyordu.Bu yüzden, yüzlerce Yahudi daha Belzec’e gelmeden önce ölmüştü bile. Bu korkunç yolculuğu sağ tamamlayanlar ise, kapılar açıldığı anda vurulmuşlardı. Tüm cesetler, sonra krematoryumda yakılmış, küller ise çevredeki ormanlara gömülmüştü.

Babamın ölümü, ailemin ilk trajik kaybıydı. Babamın ne kadar kötü bir şekilde öldürüldüğünü öğrenince, ne yemek yiyebildim, ne de uyayabildim. Sürekli ağladım. Ölüm herzaman çevremde olduğu halde, onun ölümünü kabullenemiyordum. Babam, o nazik ve özverili insan, sadece 54 yaşındaydı. Bana moral vermek için kamptan yazmıştı. Bütün gün, yolda çalışırken, onu düşünüp ağlardım.

1970’lerden beri Belzec’i sık sık ziyaret ettim. Ölüm kampı, küçük Belzec şehrinin tam yanındaydı  ve çepeçevre sık ormanlarla çevrelenmişti. Girişin yanındaki granit blokta Lehçe şu cümle yazar: “ Burada, Belzec’de , 1942’in başından sonuna kadar 600,000 Yahudi ve onlara yardım eden 1,500 Yahudi olmayan kişi öldürülmüştür.” Babam da bu 600,000 kişiden birtanesiydi. Amcalarım, teyzelerim ve kuzenlerim de öldürülenler arasındaydı. Doğu Galiçya’nın tümü , Chortkow, Chorostkow, Tarnopol, Lvov ve Zolkiev gibi şehirlerle birlikte Judenrein yapılmış , Yahudiler’in son durağı da Belzec olarak belirlenmişti. Belzec’te herhangi bir mezar olmadığından , orayı ziyeret ettiğimde, Kadiş’i , ordaki bir anıtın yanında söylerim. Bir iskelet figürünün diğerini desteklediği ve Lehçe “1942 – 1943 yıllarında Hitler’in öldürdüğü , kurbanlar anısına” cümlesini içeren anıtın önünde …

Belzec’te Yahudiler’in nasıl öldürülüp yakıldığının hikayesi, şu an Georgetown Üniversitesi’nde profesör olan Jan Karski sayesinde biliniyor.  1942’de yazdığı , ‘Gizli Devletin Sırrı’ adlı kitabında , Varşova Getosu’nda ve Belzec çalışma kampında nelere şahit olduğunu anlatmıştır. Karski, Lvov hukuk okulunun yeni bir mezunu ,ayrıca, Polonya yeraltı örgütünün de bir üyesiydi. Bir Katolik olarak, Naziler’in Polonya Yahudiler’ine Varşova Getosu’nda neler yaptıklarını dünyaya duyurmaya çalışarak hayatını tehlikeye atmıştı. Belzec kampına , Estonyalı bir muhafız kılığında sızmış ve 2 hafta boyunca tüm gördüklerini kafasına kazımıştı. Kitabında şöyle yazıyor:

“Polisler, silahlarını sırayla savurup ateşleyerek, , hala daha fazla insanı, zaten dolmuş olan arabalara sıkışmaya zorluyorlardı. Silah sesleri devam ediyor, büyük kalabalık öne doğru itiliyordu. Trene en yakın olanlar dayanılmaz bir baskı altında eziliyorlardı…Öndeki bu insanlar, üstlerinde tüm ağırlığı hissettiklerinden çaresiz durumdaydılar ve destek için saçlarını , giysilerini çekiştiren , boyunlarını, yüzlerini, omuzlarını çiğneyen , kemikleri kıran , bağırıp çağıran insanlara acı dolu inlemelerle karşılık veriyorlardı. Vagonlar, normal kapasitelerini çoktan aşmış olmalarına rağmen, birçok adam, kadın ve çocuk  bu şekilde binebiliyorlardı. Daha sonra polisler,  demir parmaklıklardan neredeyse fışkıracak ,sıkıştırılmış insanların yüzüne kapıları kapattı .

“Vagonların tabanı, kalın , beyaz bir tozla kaplıydı.Bu sönmemiş kireçti. Kireçe temas eden çıplak deri, hemen su kaybedip yanıyordu. İçerdeki insanlar, gerçek anlamda yandıklarından çoktan ölüyorlardı. Kemiklerin etrafındaki et, eriyip gidiyordu. Kireç de, cesetlerin hastalık yaymalarını önlüyordu.

46 vagon ( onları saydım ) da doldurulduğunda alacakaranlık olmuştu. Bir uçtan bir uca, insan yüklü tren,sanki büyü yapılmış gibi çarpıyor, titreşiyor, sallanıyor ve kıpırdıyordu. Kampta, geriye birkaç ceset, veya neredeyse ölmek üzere olan insan kalmıştı. Alman polisleri ,dumanları tüten silahlarıyla rahatça gezerken, yaşam belirtisi gösteren herşeyi yoketmeye dikkat ediyorlardı. Biraz sonra, yaşayan hiçbir şey kalmayacaktı.”

Jan Karski, kitabını , Londra’da yayınlamış , böylece İngilizce konuşulan yerlerde, en önemlisi masumları katleden Almanlar’ı durdurabilecek Amerika Birleşik Devletleri’nin de  ,Avrupa’da neler olduğunu öğrenmesini sağlamıştır. Amerikalı Yahudiler, bu katliamlardan hiç haberleri olmadıklarını söyledikleri zaman , Karski’nin kitabını düşünürüm ve akıllı insanların yapılan tüm bu vahşeti nasıl görmezden geldiklerini merak ederim. Katliamlardan şüphelendikleri zaman bile neden Avrupa Yahudileri hakkında bulabilecekleri herşeyi okumadılar? Amerikan Yahudileri sadece  Avrupa’daki kardeşlerine neler olduğunu öğrenmemekle kalmamış,  olaylar tamamen açığa çıktığı zaman Amerikan hükümetine baskıda bile bulumamışlardır.

Karski, Londra ve Amerika Birleşik Devletleri’ne Naziler’in gerçekleştirdiği toplu katliamları bildirmek için sadece kitabına güvenmemiştir. Kasım ayında, dış işleri sekreteri Lord Selborne ile görüşmüş ve şahit olduklarını şahsen iletmiştir. Amerika ‘da Başkan Roosvelt, Herbert  Hoover ve Stephen Wise ile de görüşmüştür. Ne yazıkki, bunlar sonucunda hiçbir şey gerçekleşmemiştir.

Oğlum David, daha küçük bir çocukken, Bir Şabat öğleni ,Karski’nin kitabını okuduğum sırada odama girmişti. O sırada ağlıyordum. Belzec’teki katliamların anlatıldığı bölümü bitirmiştim ve duygularıma hakim olamamıştım. Babasını herzaman gülerken görmeye alışmış David ise korkmuştu.

“ Ne oldu baba?” diye sordu.

Bu masum soruya nasıl cevap vermem gerektiğini bilemedim.Diğer kurtulanlardan farklı olarak, çoğu zaman ben, Holocaust’u çocuklarımla konuşurdum. Çocuklarımın, kendi ailelerinin ve insanlarının başlarına neler geldiğini öğrenmeye hakları vardı. Fakat Karski’nin kitabı çok grafik ve David de çok küçüktü. Onun birkaç sayfayı okumasına izin verdim .

“ Burada”, dedim David’e kitabı uzatırken, “ Büyükbabanın başına gelenler yazıyor” dedim

David, sessizce sayfaları okudu ve sonra ağlamaya başladı. Onu kollarımın arasına aldım ve tüm dünyanın bunların olmasına nasıl izin verdiği hakkındaki soruları elimden geldiğince iyi yanıtlamaya çalıştım. Cevaplarım çok iyi değildi çünkü aynı soruları ben kendime de soruyordum. Dünya neredeydi? Amerika neredeydi? 6 milyon Yahudi katledilirken Amerikalı Yahudiler neredeydi?

1990’da Uluslararası Amerika Birleşik Devletleri Yahudi Örgütü Liderlik Toplantısı, Geneva’da gerçekleşti. Katılımcılar, İsrael’e ve Yahudi insanlara olan bağlılıkları hakkında konuşmalar yapıyorlardı. Ben de birkaç söz söylemek için kalkmıştım. İsrael ‘in ne kadar özel bir ülke olduğu ve ona ne kadar destek vermemiz gerektiği hakkında herzamanki gibi bir konuşma yapmak yerine, yıllarca kalbimin derinliklerinde saklı olan soruları sormak istedim.

“ Saygıdeğer bayanlar ve baylar, öncelikle İsrael’e ve Yahudi insanlara yaptığınız tüm katkılardan dolayı size teşekkür etmek isterim. Herzaman cömertliğinizden ve bağlılığınızdan etkilenmişimdir. Paranızdan ve kendinizden böyle ödün vermenizi görmek mutluluk verici. Fakat şimdi sizlere ,yıllarca içimde tuttuğum acı bir soruyu sormak zorundayım :   Amerikan Yahudiler’i olarak, Holocaust sırasında neredeydiniz?” Duygularım kabardıkıça, sesim de yükseliyordu.

“Avrupa Yahudiler’i sizlerin yardımlarına muhtaçtılar. Sizin olanaklarınız vardı, sizin gücünüz vardı. Bizler, çalışma veya ölüm  kamplarında yaşam mücadelesi verirken, veya kilerlerde, tavan aralarında açlık ,susuzluk, hastalık ve pislik içinde saklanmaya uğraşırken, sahte belgeler sayesinde yaşayabiliyorken, her gün , hatta her saat, kamplarda, getolarda, siz Amerikalı kardeşlerimizin bizleri kurtarmasını bekliyorduk. Fakat sizler neredeydiniz?…”

Dinleyiciler, konuşmam ve duygularım karşısında kalakalmışlardı. İşte orada ben, Polonya aksanımla, beynimdeki Holocaust anılarıyla, vucudumdaki izlerle, seçkin bir topluluk arasında yaşayan bir şahittim . Yanımda oturan Glaydys, söylediklerimin çok sert olduğunu düşündüğünden sıkılmış ve sinirlenmişti. Fakat kendimi tutamamıştım. Karşımda o zaman gerktiğinde yardım edebilecek güçlü , zengin Yahudiler’i gördüğümde kesinlikle konuşmam gerektiğini hissetmiştim…

**  

Şunun da belirtilmesi gerekir ki , Geto’nun dayanılmaz koşullarına karşın Yahudi hayatı elden geldiğince devam ettirilmeye çalışıldı. Tora çalışmaları, sünnet, Şabat ve bayram kutlamaları… – herşey devam ediyordu- Yakalanmanın  ölüm demek olamasına rağmen .