Bazı işleri kendi başlarına yapmak küçük çocuklar için oldukça zor olabilir. Sürekli kendilerine yardım eden bir ele, devamlı teşvike gereksinim duyarlar. Cesur bir görüntü verebilirler - ama sadece babaları yakında bir yerlerde olduğu zaman. Baba görünürden kaybolduğu zaman ise, o kahraman imaj, teselli eden o el tekrar geri gelene kadar, yerini gözyaşlarına bırakabilir.
Küçük birer bebek iken, hepimizin ilk birkaç sarsak adımı, anne-babamızın inanmaz bakışları ve gururlu gülümsemeleriyle ifade edilen tarif edilmez mutlulukları ile karşılanmıştır. Bu birkaç adım mutlaka karşımızda bize doğru eğilmiş, iki elimizi kendi elleriyle tutan ve her bir adımımıza rehberlik eden bir anne ya da baba eşliğinde atılmıştır. Ve eğer takıldıysak, anne ve baba bizim düşmemizi engellemek için mutlaka yanı başımızda olmuştur.
Fakat bir gün gelir ki yine ayağımız takılır, ama her zaman yanımızda bulduğumuz o yardımcı eli etrafta göremeyiz. Sonuç kaçınılmazdır - yere düşeriz. Gözlerimiz yaşla dolar, kalbimiz de hayal kırıklığıyla. Şaşkınlık içinde etrafımıza bakarız. "Neredesin? Anne? Baba? Orada mısınız?". Ve sonra tekrar deneriz.
Bir şey gerçektir: Kendi kendimize yürüyebilmemiz, ancak anne-babamız bizim düşmemize izin verdiği andan itibaren mümkün olabilir. Bizler, sadece anne-babamızın bizlerin artık birer yetişkin olmamıza izin vermeye hazır oldukları zaman, çocuk olmaktan çıkarız. Ve eğer ebeveyn olarak çocuklarımıza hiçbir zaman düşme şansı vermezsek, o zaman çocuklarımız kendi başlarına ayakta durmayı hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdir.
Elbette her şeyin bir vakti vardır. Her şey kendi uygun zamanında gerçekleşmelidir. Bir çocuk kendi yeteneklerinin üzerinde bir meydan okumayla yüzleştirildiği takdirde, kendisinden istenen başarıyı hiçbir zaman gösteremeyecek, sonunda kendi hayatı ile ilgili bu zamansız programdan olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Fakat yerli yerinde ve uygun zamanında karşısına çıkarılan bir sınav, çocuk için gelişme konusunda bir fırsat, insanın gerçekte neden ibaret olduğunu anlaması için bir şanstır.
Hanuka bayramı iki olayın kutlamasıdır: Güçlü ve kalabalık Suriye-Yunan ordusunun bir avuç Yahudi tarafından yenilgiye uğratılması ve Menora'yı sadece bir gün yakmaya yetecek kadar yağın sekiz gün boyunca bu görevi yerine getirebilmesi. Bunların her ikisi de mucizedir. Ve ikisi arasında bir karşılaştırma yapacak olursak, Hanuka sevincimizin aslında düşmanlardan mucizevi kurtuluşumuz etrafında gelişmesi daha akla yatkındır. Oysa bizler nesiller boyu yağla ilgili mucizeyi merkezde tuttuk. Neden?
Hanuka olayları, son peygamberler Hagay, Zeharya ve Malahi öldükten çok sonra gerçekleşmiştir. Peygamberler döneminin kapanmasının ardından, Tanrı insanoğluyla doğrudan hiçbir şekilde temas etmemiştir. Son peygamberlerin de gidişiyle, karanlıkta yalnız kalmış bir çocuktan farkımız kalmamıştı. Babamız'ın Eli artık ulaşabileceğimiz mesafede gözükmemekteydi. Peygamberliğin dünyadan alınması, artık bizlerin kendi kendimize gelişmeyi, kendi başımızın çaresine bakabilmeyi ve yetişkin olabilmeyi öğrenmemizi gerektirmekteydi. Artık açık, gözle görülür mucizeler dönemi kapanmıştı ve doğanın kanunlarını gözle görülür biçimde değiştirerek bize yardımcı olması konusunda artık Tanrı'ya sırtımızı dayamamız mümkün olamayacaktı. Şimdi sıra tam tersini yapmaya gelmişti - yardım istediğimiz zaman bu kez bizler elimizi Tanrı'ya doğru uzatmak durumundaydık. Tanrı görüş alanımızdan çıkarak bize bir fırsat vermişti. Gelişme konusunda. Kim olduğumuzu ve bizden neyin beklendiğini bulma konusunda. Peygamberliğin olmadığı karanlık bir dünyada, Tanrı ile olan bağlantımızı bundan böyle kalbimizin içindeki sönmeyen ateş yoluyla gerçekleştirmek durumundaydık.
Ama bu oldukça zordur. Tarih boyunca çok kereler yaşlı gözlerimizi yukarıya çevirip "Baba... Neredesin? Hala orada mısın? Bizi görüyor musun? Bizi düşünüyor musun?" diye sormuşuzdur. Tanrı'ya olan özlemimiz kalbimizi burkmuştur. Çok zamanlar yetersizliğimizi görmüş ve Yardımcı El'i aramışızdır.
Hanuka sevincinin sebebi, hakkında dua ettiğimiz şeyi elde etmemiz - düşmandan kurtulmamız değildir. Asıl sebep "Tanrı'nın, her ne kadar perde arkasına saklanmışsa da daima yanımızda olduğunu, mucize gerçekleştirme yoluyla göstermiş olması" dır. O'na bağlı oluşumuzu her şeye rağmen mücadele ederek göstermesine yönelik takdirini, Tanrı da bir mucizeyle - açık bir mucizeyle ifade etmiştir. Manevi yozlaşmışlığın tüm kutsiyeti ihlal ettiği bir dünyada, dünyanın merkezinden bir ışık yanmış ve bize Tanrı'nın hiç de uzakta olmadığını – yanı başımızda bizi sürekli gözettiğini bildirmiştir. Bu ışık; karanlığın ışığı aslında yok edemediğini; sadece biz onu kendi çabalarımızla tekrar bulana kadar gizlediğini ispat etmiştir.
Bu Yahudi-Tanrı ilişkisinde yeni bir sayfadır. Tanrı, peygamberliğin artık var olmadığı bir dünyada, karanlığa karşın bizimle temas etmiştir. Karanlık dönemde bile bizim yanımızda olduğu mesajını vermiştir. Babamız oradadır - bizi izlemektedir. Biz onu aradığımız sürece varlığını hissettirmeyi de sürdürecektir. O küçük kaptaki yağ yanmaya devam edecektir. Sadece sekiz gün boyunca değil. İki bin yılı aşkı bir süredir yanmaya devam etmektedir. Işık, şu anda içinde bulunduğumuz uzun - çok uzun sürgünün karanlığı boyunca yanı başımızda bizi aydınlatmayı sürdürmektedir. Tanrı Hanuka olaylarının karanlığında - en karanlık dönemde - bile yanımızda olduğunu göstermiştir. Aslında her zaman oradadır. Her zaman oradaydı. Ve her zaman orada olmaya devam edecektir.
Hanuka, Yahudiler arasında tüm bayramlardan daha yaygın bir şekilde kutlanan bir bayramdır. Evet; o kandiller sadece sekiz gün boyunca yanmış değildir. İki bin yıldır yanmaya devam etmektedir. Ve köklerinden ne kadar uzakta kalmış olursa olsun, bir Yahudi'nin penceresinde yanan Hanukiya'yı mutlaka görürsünüz. O küçük kıvılcım halen yanmaktadır. Çünkü o küçük kıvılcım, her küçük çocuğun kalbine işlemiştir.