tuketim

1920’li yılların ikinci yarısında Amerikan toplumunun kültürel bir değişim yaşadığı bilinir. Bu değişim sonunda insanlar eskileri tamamen tüketilmeden yeni şeyleri arzulamak ve istemek üzerine eğitildiler. Bu başarılı bir plandır. Nitekim insanlar ihtiyaç duydukları şeye odaklanmaktan, istedikleri şeye odaklanmaya başladılar.   İhtiyacımız olan her şeye sahip olsak da, her zaman daha fazlasını istemeye başladık. Sözgelimi bir zamanlar Nokia 3310 telefonları kullanırken günümüzde IPhone ürününün kaç numaraya ulaştığını bilmek bile mümkün olmadığı zamanları yaşıyoruz. Evet iş dünyası açısından oldukça “iyi” kabul edilen bu dönüşüm beynimizi, ruhumuzu ve hayatımızı “çöp” haline getirmeyi başarır.

Çöp: Teilim 113/7’de yer alan bir ifadeye bakalım: “Mekimi meafar dal meaşpot yarim evyon – düşkünü tozdan kaldırır, yoksulu çöp yığınlarından yükseltir.” Gaon miVilna “yoksul” tanımı için bu pasukta “dal” ve “evyon” sözcüklerinin kullanıldığına dikkat çeker. “Dal” ile ifade edilen kişi gerçekten fakir olup, temel ihtiyaçları karşılanmayan kişidir. “Evyon” ise ihtiyacı olan şeye sahip olan, elindekiyle asla yetinmeyen ve her zaman daha fazlasını isteyen kişidir. İkinci grup insan için hayat her zaman “çöp” içinde yaşamak gibidir. Sürekli bir hoşnutsuzluk içinde, ne kadar çok şeye sahip olursa olsun mutluluğu asla yaşayamamak ve sürekli mutsuz hissetmek demektir. Pirke Avot “ezeu aşir – asameah behelko – zengin olan kimdir – sahip olduklarından memnun olan” derken zenginliğin de tanımını yapmaktadır.

Gerçekten de mutlu olan insanlar imkanları ölçüsünde yaşayarak borç içinde hayatını sürdürmeyenlerdir. Muhteşem bir partiden sonra sınırsızca yapılan harcamaları ve borçları ödemek insanın hayatını gerçek bir mutsuzluğa çevirecektir. Asıl marifet bu özelliği elde edebilmektir. Bir yandan sürekli arzulayan bir toplum içinde nasıl neşe tatmin ve mutluluk duygularına ulaşabileceğiz sorularına yanıt aramaya çalışalım.

Çok şeye sahibiz: İlk önce şunun ayırdına varalım. Düşündüğümüzden daha çok şeye sahibiz.  Hatam Sofer “payımıza düşenden memnun olmak” şeklinde belirtilen Mişna bölümünü açıklarken hepimizin çok şeyi varken, çok az şeye sahip olduğumuzu düşünmek üzere eğitildiğimizi söyler. Çünkü çoğumuz dikkatimizi sahip olmadıklarımıza odaklamaya o kadar alışmışız ki sahip olduklarımızı unuturuz.  Düşündüğümüzden çok daha fazlasına sahip olduğumuzun farkına vararak memnuniyeti deneyimlemeyi istemek gerekir. Yeni evli çiftlere verilebilecek en güzel tavsiyelerden biri düğün gününün değil ondan sonraki günün önemli olduğunun ayırdına varılabilmesidir. Eğer sevgi saygı ve paylaşım sonraki günlere yayılabilmişse istenen noktaya gelinmiş demektir. Eğer sağlıklıysak, bir aileye, işe ve kendimizi geleceğe taşıyacak şeylere sahipsek gerçekten çok fazla şeyimiz var demektir.

Bir başka şeye daha odaklanalım. Tam olarak bize gerekli olan şeylere sahip olduğumuzu düşündük mü?

Bir öykü: Günün birinde dağları yontma görevi verilen bir adamın eline büyük bir kazma verilir ve göreve yollanır. Hafets Hayim günün birinde bu adama elindeki kazmadan daha pahalı olan bir elmas kesici ile işine devam etmesini önerir. Adam bu teklife sadece güler. Çünkü elinde kayaları yontmak için gerekli olan “kazma” vardır. Elmas kesici gibi pahalı ama narin bir aletle kayaları yontma işinin üstesinden gelmesi mümkün değildir.  

Hafets Hayim, aynı şeyin hayatlarımız için de geçerli olduğunu açıklar.   Tanrı bize bu dünyadaki benzersiz işimizi yapmamız için gereken "araçları" vermiştir.   İki kişi nasıl aynı role sahip değilse bu iki kişi de aynı mali duruma sahip olmayacaktır. Başkalarından daha azına sahipsek, bu ondan daha kötü olmamızdan kaynaklanmaz.   Bunun nedeni, yapacak farklı bir işimiz olması ve işimizin daha farklı bir "araç" gerektirmesidir. 

Bu farkındalık bizi çok fazla keder ve sıkıntıdan kurtarabilir.   Tam olarak sahip olmamız gereken şeye sahip olduğumuzu anlarsak, o zaman mali sınırlamalarımız için endişelenmeyi, başkalarının karşılayabileceği ve bizim karşılayamayacağımız şeyler için üzülmeyi, başkalarını kıskanmayı ve hayatı kendimize zehir etmeyi bırakabiliriz.    Tanrı bize tam olarak ihtiyacımız olanı vermiştir. Bununla da mutlu olmayı bilmek görevimizdir.

Biraz da mutluluğun neye bağlı olduğunu görmeye çalışalım: Mutluluk, bir insanın hayatında olup bitenlere değil, hayatında olup bitenleri nasıl algıladığına bağlıdır. Basit bir hikaye okuyalım:

Bir öykü daha: Gününün büyük bir bölümünü şehrin girişinde bulunan evinin ön verandasında dışarıda oturarak geçiren yaşlı bir emekliye günün birinde başka bir şehirden bir ziyaretçi gelerek yaşadığı şehrin nasıl bir yer olduğunu sorar. Yaşlı adam ziyaretçiye önce kendi şehrinin nasıl olduğunu anlatmasını ister. Ziyaretçi homurdanarak yaşadığı şehrin korkunç, berbat bir havaya sahip, bakımsız, çirkin ve kalabalık olduğunu söyler. Emekli adam da yaşadığı şehrin aynı olduğunu ifade eder.

Ertesi gün bir başka ziyaretçi yaşlı emekli adama aynı soruyu sorar. Yaşlı adamın cevabı değişmez. Önce ziyaretçinin şehrinin nasıl olduğunu anlatmasını ister. Ziyaretçi yaşadığı şehrin çok güzel, olumlu ve keyifli olduğunu söyleyince yaşlı adam bu şehrin de öyle olduğunu ifade eder.

Tesadüfen yaşlı adamın betimlemelerini dinleyen bir başka kişi nasıl iki insana aynı şehri bu kadar farklı betimleyebildiğini sorar. Bu çelişkinin nedenini merak etmektedir. Adam gülümseyerek betimlemenin şehre değil bir kişinin nasıl baktığına bağlı olduğunu söyler.

“Asameah behelko.” Payına düşenden memnun olmak biraz da ona nasıl baktığımızla ilgilidir. Maddi büyüklük  kişinin mutluluk seviyesini belirleyemez. Hayatında sahip olduklarına mı yoksa olamadıklarına mı odaklanması onun mutluluğunu belirleyecektir. Tıpatıp aynı hayatı yaşayan kişiler bile nasıl odaklanıyorlarsa, hangi bakış açısına sahiplerse hayatlarının yönünü o bakış tarzı belirleyecektir.  

Rabi Eliyahu Dessler, payımıza düşenle mutlu olabilmek için neye ihtiyacımız olduğunu “hedefe odaklanmak” olarak açıklar. Sözgelimi tüm zamanını Tora'ya ve ruhsal büyümeye adamayı seçen bir kişi, maddi lüksü birinci önceliği yapmaz.   Önceliği Tora'dır, bu nedenle temel ihtiyaçları karşılandıktan sonra maddi durumundan memnun olması gerekir.   Ama biri paraya ve materyalizme odaklanıp onu daha yüce bir şeyin aracı olarak değil, kendi başına bir amaç olarak gördüğünde, o zaman doğal olarak her zaman tatminsiz ve hoşnutsuz olur. “Başarıyı” banka hesabımızdaki para miktarına veya evimizin büyüklüğüne göre belirlemediğimiz ve daha yüksek hedeflere odaklandığımız sürece mutluluğu yakalamak daha mümkün olacaktır.    

Rav İsak Alaluf’un Şelah Leha 5784 Haftanın Peraşa’sından alıntılanmıştır