Bu Hafta İçin Saatler |
28 TAMUZ |
Gelecek Hafta İçin Saatler |
||||
Şabat |
Başlangıç |
Bitiş |
5784 |
Şabat |
Başlangıç |
Bitiş |
Yeruşalayim |
18:55 |
20:13 |
----- |
Yeruşalayim |
18:49 |
20:06 |
Tel Aviv |
19:15 |
20:16 |
3 AĞUSTOS |
Tel Aviv |
19:09 |
20:09 |
İstanbul |
20:05 |
20:46 |
2024 |
İstanbul |
19:56 |
20:37 |
İzmir |
19:59 |
20:48 |
|
İzmir |
19:51 |
20:40 |
MATOT-מטות MASE-מסעי Aftara: Şimu |
||||||
5 AĞUSTOS 2024 PAZARTESİ ROŞ HODEŞ AV |
Peraşa Özeti
[www.chabad.org]
(Bamidbar 25:10-29:40)
Yıl 2448'dir ve çöldeki 40 sene bitmek üzeredir. Miryam ve Aaron ölmüşlerdir ve Yeoşua halef olarak atanmıştır. Bamidbar kitabının bu son iki peraşasında, Tanrı olayları toparlamaya başlar. Kişisel yemin kuralları detaylandırılır ve Moşe'ye Midyan'dan öç alma talimatı verilir. Bu savaşta hem Balak hem de Bilam öldürülürler.
Savaştan sonra, Moşe askerlerini pratik Tuma kanunları konusunda eğitir ve ganimetin askerler, toplum ve Mişkan arasında pay edilmesi ile ilgilenir. Peraşa, kaplarımızı Kaşer haline getirme kurallarını da öğretmektedir. Tora'ya göre Yahudi olmayan biri tarafından yapılmış ya da Yahudi olmayan birinden satın alınmış kaplar kullanımdan önce Mikve'ye daldırılmalıdır. Savaşta tek bir askerin bile kaybedilmemiş olmasına şükretmek için, komutanlar elde ettikleri altının kendilerine düşen paylarını Mişkan'a bağışlarlar. Hibe edilen altın, toplam 380kg ağırlığındadır (Rabi Arye Kaplan).
Reuven ve Gad kabileleriyle Menaşe kabilesinin yarısı Moşe'ye yaklaşırlar ve Sihon ve Og'la yapılan savaşlarda ele geçirilen Yarden Nehri'nin doğu kıyısındaki toprakların kendilerine verilmesini isterler. Moşe önce bu isteğe şüpheyle yaklaşır. Ancak daha sonra bu 2,5 kabile ve Moşe, aralarında bir anlaşmaya varırlar: Bu kabileler Erets-Yisrael'i alma mücadelesinde diğer kabilelerle omuz omuza savaşacaklar; sonra bu bölgeyi elde edebileceklerdir.
Mase Peraşasında ise, Moşe Bene-Yisrael'i, ülkeyi bütün olumsuz etkilerden arındırma konusunda eğitir ve ülkenin sınırlarını açıklar.
Ülkenin bölüşümünü gözden geçirmek için yeni liderler tayin edilir ve altı sığınak şehir dahil olmak üzere, toplam 48 Levi şehri belirlenir.
Kazara işlenen cinayetlerle ilgili kanunlar detaylandırılır ve erkek evlat bırakmadan vefat eden bir kişinin kızlarının, sadece kendi kabilesi içinde evlenebileceği kuralı koyulmuştur. Fakat bu kural sadece Erets-Yisrael'e giren nesil için geçerlidir.
Mİ-DRAŞ YİTSHAK
Rav İsak Alaluf
TANRI ADINA MİTSVA YAPMAK
Nereden kaçıyorsunuz? Matot peraşasının en ilgi çeken bölümlerinden biri Reuven ve Gad kabilelerinin Moşe’den Ever AYarden dediğimiz Yarden nehrinin diğer tarafındaki topraklara ilişkin isteklerinin dile getirilmesidir. Moşe öncelikle bu talebe sert tepki gösterir. Bu iki kabile mensuplarına “Kadeş Barnea”da meydana gelen öncüler meselesini hatırlatır ve bu isteğe razı gelmez. Ancak kabileler niyetlerinin bu olmadığını savaştan kaçmak gibi bir niyetleri olmadığını paylaşırlar. Bunu da “nehalets huşim” ifadesi ile verirler. Raşi bu ifadenin açıklaması için “hızla silahlanmak” şeklinde bir yaklaşımda bulunur. Rabiler Reuven ve Gad kabilelerinin ileri kol olarak her zaman ön saflarda cesaretle yer aldıklarından dem vururlar. Moşe ölümünden önce de yaptığı açıklamalarda bu söze tekrar değinmektedir. Nitekim Yeoşua kitabından öğrendiğimiz kadarıyla bu iki kabile bu sözlerini yerine getirmişlerdir.
Öncü olabilmek: Ancak bu iki kabilenin kullandığı tabirler bir saygısızlık ve yüzsüzlük barındırmaktadır. RaMBaN’a göre kabileler Erets Yisrael’deki topraklarla ilgilenmemektedirler. “Ki baa nahalatenu elenu – mirasımız bize geldi” derken bu toprakların diğer kabilelerin ilgilerini çekmediklerini ifade etmektedirler. Eğer Moşe bu mirası onlara şimdi vermeyecekse bile Yarden nehrini geçip herkesin yerine yerleşmesinden sonra buraya yerleşmek için döneceklerinin ve Erets Yisrael’deki topraklarda hak iddia etmeyeceklerini anlamaktadır. Daat Mikra adlı kaynağa göre bu iki kabile görevlerinin sadece askeri hareket olduğunu düşünmektedirler. İşte Moşe ileride asıl yapmaları gerektiğinin bir kez daha altını çizmektedir.
Burada yer alan “nehalets” sözü bir anlamda öncü anlamına gelmekte ve savaş konularının geçtiği yerlerde kullanılmaktadır. Sözgelimi Pinehas tarafından komuta edilen Midyan savaşı hazırlığı öncesinde "ehalesu Meitehem Anaşim Latsava – sizlerden ordu için insanlar silahlansın" sözlerini okuruz. Aslında bu ifade “halitsa” dediğimiz bir mitsva ve işlem ile de yakından ilgilidir. İlgi kurmadan önce bu işlemin yani “yibum” mitsvasının ne olduğunu öğrenelim.
Tora’ya göre çocuk sahibi olmadan dul kalmış bir kadın kayınbiraderi ile evlenmelidir. Bu evlilikten doğacak ilk çocuk da vefat eden eşinin oğlu gibi olacaktır. Eğer kayınbiraderi onunla evlenmek istemezse önce ikna konusunda çaba gösterilir. Daha sonra “halitsa” dediğimiz bir ayakkabı ritüeli uygulanır. Bu ritülelin anlamsal olarak kökü ile “haluts” sözcüğünün kökü aynı etimolojik kaynaktan gelmektedir. Gemara Masehet Yevamot 102 B’de bu fiilin aynı zamanda “kaldırmak” anlamına geldiği de vurgulanır ve Halitsa ritüelinin savaş le olan ilgisi anlatılır.
Tanrı’nın İsmi’ni yüceltmek: Yahudiler savaşa gittiğinde, kendilerini tüm kişisel çıkarlarından "uzaklaştırması" gerekir. RaMBaM savaşta olan bir askerin tek düşüncesi sadece ve sadece “lekadeş et AŞem – Tanrı’nın ismini yüceltmek” olmalıdır. Bu kişinin aklında evi, ailesi, mülkü veya maddi endişeleri yer almamalı bir anlamda Tanrı’yı onurlandırmak dışındaki tüm düşüncelerini kaldırmalıdır. Yani Moşe Rabenu çıtayı çok yükseklere koymuştur. Reuven ve Gad kabileleri bu konuda kendilerini hazır hissettiklerini söylemektedirler. Zaten almış oldukları bir toprak vardır. Çocukları ve aileleri burada kalacaklardır. Onlar öncü olarak savaşa gideceklerdir ve bu şekilde RaMBaM tarafından daha sonra öğretilen Tanrı adına savaşmak mitsvasını yerine getirebileceklerdir.
Yine de maddiyatı Erets Yisrael’de yerleşme ayrıcalığına tercih eden bu iki kabileye Midraş Raba çok sert sözlerle eleştirmektedir. Hatta Midraş o kadar sertleşir ki bu iki kabile mensuplarını Korah ile bir tutar. Evet hepsi müthiş bir maddi zenginliğe ulaşmışlardır ancak bunu elde edebilmek için yaptıkları şey paylarını “arsızca kapmak”tır. David Ameleh Teilim 75/7’de şöyle der: “Çünkü maddi başarı ne güneşin çıktığı yerden ya da batıdan, ne güneydeki çölden veya kuzeydeki dağlardan gelir. Zira yargıç olan Tanrı’dır. Şunu alçaltır, bunu yükseltir.” Bir başka deyişle maddi zenginlik kendini parçalarcasına bu konuda durmadan çalışanların her zaman elde ettiği bir şey değildir. İbranice’de “para” anlamında kullanılan “zuz” ifadesi “lazuz- hareket etmek” fiilinden türer. Yani bu gün birinde olan maddiyat yarın yer ve el değiştirebilir.
Tanrı bizlere zenginlik, cesaret ve bilgelik gibi hediyeler sunar. Bu hediyelerin Tora’nın rehberliğinde olması şarttır. Aksi durumda Yirmiyau peygamberin sekizinci bölümünde yer alan ve Tişa be Av gününün Şahrit Aftara bölümünde okuduğumuz durumlar gerçekleşebilir. “Bilge bilgeliği ile kahraman cesareti ile ve zengin olan zenginliği ile övünmesin.”
Bu bizim yolumuz ve ilkemiz olmalıdır. Kendi kişisel kaygılarımız için değil, Tanrı'yı yüceltmek için mümkün olduğunca Misva yapmaya ve yaşamlarımızı tamamen Leşem Şamayim yaşamaya çalışmak bizden beklenen seviyeye ulaşmak için elzemdir.
DİVRE TORA
Rav Naftali Haleva
Devarim kitabının başında İsrailoğulları sayılırken devarim kitabının sonunda ise İsrailoğullarının çöldeyken gittiği yerlerin isimleri sayılmaktadır. Çöl yaşamı sırasında, 42 ayrı yerde kamp kurdular. Moşe Rabenu, İsrailoğullarının gittikleri bu yerleri ayrı ayrı saymakta ve yerlerin isimlerini dile getirmektedir. Bu konu ile ilgili Midraşta Rabilerimizin söylemiş olduğu bir fikir çok ilgimi çekti.
Moşe Rabenu’nun 40 senelik çölde yaşanan hayatı, Yahudi milletine anlatmasını ve başlarına gelen bütün olayları, gezdikleri tüm yerleri ve yapmış oldukları tüm hataları tatlı bir lisanla İsrailoğullarına detaylı bir şekilde dile getirmesini midraş bir kralın hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için başına gelen olaylara benzetmektedir.
Hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için kral şehirden şehre, hastaneden hastaneye, hastalığı ile ilgili özel uzmanları dolaşa dolaşa tedavisi bulmaya çalışır ve ümit eder. Sonunda kral çocuğunu tedavi eder ve sağlığına kavuşan oğluyla evine dönmeye hazırdır. Kral eve hemen dönmek yerine plan yaparak çocuğunu tedavi ettirebilmek için yapmış olduğu yolculuğu ve kişileri teker teker çocuğuna göstermek ister. Bu şekilde çocuk, tedavisi için babasının ne kadar uğraştığını anlar. Yolculuk sırasında geldikleri ilk yerde kral çocuğuna “Şam Yaşannu” oğlum burası uyuduğumuz yer, yolculuğun ikinci durağında “Şam Ukarnu” burası soğuktan üşüdüğün yer ve diğer bir yere geldiklerinde kral oğluna “Şam Haşaşta Et Roşeha” burası başının ağrıdığı, acılar içinde kıvrandığın yer diye belirtir.
Moşe Rabenu da Yahudi milletinin çölde yaşadığı tüm olayları buna benzer detaylarla açıkladığı için midraş bu olayı kralın başına gelen olaylara benzetir. Neden midraş özellikle bu üç yerden bahsetmektedir? Burası uyuduğumuz, soğuktan üşüdüğün ve başının ağrıdığı yer. Neden yalnızca bu 3 yer, buradan çıkarabileceğimiz mesajlar nelerdir?
- Şam Yaşannu, burası uyuduğumuz yer. Bu olay, Yahudi milletinin Tanrı’yı bir an için unuttuğu, manevi değerlerden uzaklaştığını zamanları ifade eder. Yahudi tarihinde çeşitli zamanlar inanılması güç mucizeler yaşadık, fakat bunun değerini ve anlamını bilemedik. Çoğu zaman İsrail’in yaşadığı mucizeleri çoğumuz tesadüfi bir şekilde görerek Tanrı’nın o güçlü varlığını anlamakta güçlük çektik. Golda Meir’in söylediği gibi; mucizelere inanmayan kişi Yahudi tarihini inkar etmiş sayılır ve gerçekçi değildir. Yahudi tarihinde yaşanılan Tanrısal mucizeleri göremediğimiz gibi kişisel olarak da yaşamımızda Tanrı’yı göremediğimiz anlar mevcuttur. İşte bu anlar bir bakıma “Şam Yaşannu” uykuda olduğumuz anlardır.
- Şam Ukarnu, soğuktan üşüdüğümüz yer. Bu da tarihte Tanrı’ya karşı soğuduğumuz, Tanrı’yla aramızdaki ilişkinin birden azaldığı zamanlardır. Mısır çıkışı sırasında Amalek kavmiyle karşılaştığımız an, altın buzağıyla yaptığımız hata, çölde su olmadığı zaman Tanrı’ya isyan etmemiz, ve günümüzde de gördüğümüz veya yaşadığımız bazı acı olaylar ve anlam vermekte zorlandığımız zamanlarda Tanrı’yla olan ilişkimiz birden soğuma noktasına gelmektedir. Hayatımızın belirli zamanlarında bu olayı sıkça yaşarız. Birden ısınır, Tanrı’ya yaklaşır; fakat maalesef birden soğumaya başlarız. İsyan etmeye ve onun yargısını sorgulamaya başlarız.
- Şam Haşaşta Et Roşeha, burası kıvrandığın yer. Bazen yalnız Tanrı’dan soğumak değil, ondan tamamen koptuğumuz anlar olur. İşte o zamanlar, tamamen ona inanmadığımız ve varlığını inkar ettiğimiz anlardır ve böylece hayatımızdaki Tanrı varlığını ve gerçekleri göremediğimiz anlardır. Amaçsız, ona inanmadığımız ve inkar ettiğimiz o anlarda değer sahibi olmak yerine, hayatımızı yalnızca materyalizm üzerine kurmayı tercih ederiz. Bunun sonucunda yaşam içinde bir boşluğa düşer ve ne yapacağımızı şaşırırız. Bu da yaşantımızda bitmek bilmeyen manevi anlamda aç ve depresif, huzursuz anlardır Buda mecazi anlamda bir baş ağrısı ve buda bizim tüm yaşamımızı olumsuz bir şekilde etkiler. Sonucunda insan şuurunu kaybedip, kendisini yok etmek bile ister.
Yahudi milletinin tarihinde gerek toplumsal gereksede bireysel olarak bu 3 durağı ve bu üç ayrı zaman birimini farklı zamanlarda yaşadık ve yaşamaya devam etmekteyiz.
Türkiye’de yaşayan Musevi cemaati olarak bu üç olayı da aynı anda yaşamaktayız.
Bazı dindaşlarımızın soğuduğu ve başımızın manevi anlamda ağrıdığı gerçeği ortadadır. Artan asimilasyon, aile değerlerine verilen önemin gün geçtikçe kayba uğraması, gençlerimizin yaşadığı manevi depresyon ve huzursuzluk gün geçtikçe artmaktadır.
Bu bağlamda Leyla Navaro Kardeşimizin Şalom' da geçen hafta yayınlanan yazısını bir çoğumuz okumuş olsa da çok gerçekçi ve çarpıcı bulduğumdan kendisinden aldığım izinle aşağıda paylaşıyorum.
Maalesef acı gerçek; olabilecek açıklığı ile satırlara dökülmüş!
Ey Dostlar! Bu maraton ne? Nereye koşuyor ve koşturuyoruz? Gençlerimizi ve onların çocuklarını nasıl bir dünyaya doğru hazırlıyor, ne tür bir merhametsiz çarkın içine sokuyoruz? Farkında mıyız? Hayata atılır atılmaz belirlenmiş bir yaşam çıtasını tutturma koşulu, lüks sitelerin çevrelediği semtlerde oturmanın acımasız baskısı, hafta sonlarını AVM’ lerde geçirmek, marka giyinmek, çocuğunu isim okullarda okutmak, yüceltilmiş tatil yerlerine gitmek, falanca restoranlarda yenilen yemekler gençlerimiz için toplum içinde geçerli sayılmanın, var olabilmenin bir mutlak simgesi oluvermiş! Sahi, hayat denen şey bu mu? Çocuklarımıza bırakmak istediğimiz değerler sadece bunlar mı? Zamanında kimi ebeveynin elli veya altmışlarında erişebildikleri bir yaşam standardına şimdiki gençler hemen, acele, hayata atılır atılmaz ulaşabilmeyi arzu ediyor. Bu uğurda gecesini gündüzüne katarak güneş yüzü görmeyen plazalarda ömür tüketiyor. Kimi genç erkek toplumda saygın olmak, çevresince beğenilmek için bu çıtayı tutturmak zorunda hissediyor, kimi genç kız evlilik ve birlikteliğin ancak bu çıtayla başarılı olacağı yanılgısında... Yaşam denen şey sadece bu çıtaya erişmek mi? Gençlerimizin önüne koyduğumuz arzu edilir yaşam modeli bu habis, tüketici, yaşam törpüsü çıtaya ulaşmak mı? Bu uğurda canını dişine takarak en iyi, en verimli yıllarını bu koşuda yitirmek mi? Herkesin kendini ve birbirini kıyasladığı bu merhametsiz rekabet girdabında, çıtanın altında kalmamak veya kalmış olduğunu gizleyebilmek için takınılan yalan dünya, sunilik, ‘mış’ gibi yapmak, görüntüyü kurtarmak! Bu mu gerçekten yaşamak? Oysaki dipte derin kaygı, tükenmişlik, öfke, yalnızlık ve sinsice yolunu yapan habis utanç… Uzun mesai saatlerinin ardından, uzun trafik çilesi, eve yorgun argın dönen tükenmiş suratlar, çocuğunu görebilmekle görememenin yarattığı hüsran, esirgenmişlik; aşırı yorgunluğun gerginliği, giderek büyüyen duygusal ve cinsel mesafe sonucu kaçınılmaz aile içi çatışmalar: işte sunduğumuz ‘geçerli, saygın’ hayat: geçimsizliğin şiddet sarmalında kendinin ve ötekinin yitirilişi… Gençlerimizi ne tür bir merhametsiz çarkın içinde un ufak ettiğimizin farkında mıyız? Önlerinde toplumun beklentilerine cevap vermek istemenin zalim baskısı, dehşetengiz başarısızlık korkusu, zihinsel yıpranma, ruhsal/bedensel yorgunluk ve pusuda bekleyen sinsi utanç, katil utanç, küçük düşme, dışlanma tehlikesi…
Hayır, bu yitiriliş, bu körleşmiş kendine kıyış kişisel bir patoloji değil; aslında tüketim çılgınlığının habis virüsüne fena halde kolunu kaptırmış olan toplumumuzun bir patolojisi bu: değerlerini sadece varlıklı olmaya endekslemiş, belirli konfor alanlarını mutlak kılmış, saygınlığı mal değeriyle eşleştiren, gençlerini bu koşu yolunda yiyip bitiren bir değersizliğin patolojisi. Varlıklı olma uğruna var olamamak...
Yahu durdurun artık şu dünyayı, inecek var!!....
Bu amansız hastalığın ve bu huzursuzluğun tedavisi, panzehiri var mı ? Varsa nedir?
Bu konuda söylenecek, tartışılacak o kadar şey var ki; yazıya dökmeye kalkışırsak ne sayfalar yeter ne de okumaya bizlerin sabrı. Biz etrafımızdaki sisteme uyum sağlamaya çalıştıkça, kendi öz kültürümüzden ve değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Halbuki bu kültür ve değerler bizim en güçlü koruyucumuzdur.
Bu boşluğu doldurmanın yolu belirtildiği gibi teşuva, tefila ve tsedaka maavirin et roa agezera. Hastalığımızın tedavisi teşuva, tefila, tsedaka üçlüsüdür.
Teşuva: Tam anlamı ile pişmanlık. Midraşta söylediğimiz Haşaşta et roşeha manevi anlamda başımızın ağrıdığı zamanlara bir ilaçtır. Tanrı’dan uzaklaştığımız, maddi değerler üzerine kurulan o yaşamdan tek kurtuluşumuz, hatalarımızı görüp pişmanlık duyarak, doğru yola, Tora yoluna kendimizi yönlendirmektir.
Tefila: Dua. Bu da midraş’ta bahsettiğimiz Şam Ukarnu zamanları için tedavinin kendisidir. Tanrı’dan soğuduğumuz zamanlar dualarımız, tefilanın kendisi bizi ısıtarak huzur verir. Manevi değerlere tekrardan yaklaştırır. Tıpkı bir makinanın tekrardan çalışması gibi.
Tsedaka: Midraşta söylenen Şam Yaşannu manevi anlamda uyuduğumuz bir an için Tanrı’yı düşünmediğimiz zamanları için kullanmamız gereken bir ilaçtır.
Uyuduğumuz, Tanrı’yı tam manasıyla göremediğimiz o anlarda, insanlar arasındaki sorumluluğumuzu da bir an için unuturuz. Tamamen bencil ve kendimizi düşündüğümüz anlardır. Tanrı’nın yarattığı ve onun suretinde varolan insanoğluna karşı yaptığımız iyilikler ve başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmenin yarattığı güzel duygu ve hislerle birden uyanırız. Yeniden doğmuş gibi, Tanrı’ya yakın olduğumuz hisseder ve gerçek anlamda amacını bilen ve Tanrı ile ilişkisi kuvvetli bir insan oluruz.
İnsanın manevi anlamda yaşadığı bu huzursuzluk ve boşluk ancak pişmanlık, dua ve iyilikseverlik ile ilgili yapacağımız her türlü aksiyon sayesinde yaşamımız farklı bir boyut kazanacaktır.
Hepimizi yaratan yüce Tanrı Tora’da belirtildiği gibi Ki Ani Ad… Rofeha,
Ben sizin doktorunuzum manevi anlamda yaşamına bir renk gelmesini isteyenler doktorun reçetesini kullanması gerekliliğini bilmelidir. Teşuva pişmanlık yolu ve beraberinde Tora yolu, Tefila dualarla bütünleşme ve Tsedaka, yardımseverlik…
Hepimizin yolu açık olsun.
GÜNLÜK YAŞAMDAN
(Kaynak: Rabilerin öğretilerinden)
Rav İzak Peres
Yüklü kredi ile ev satın alan kişi mezuza berahası söyler mi?
Kiralık eve bile mezuza takılırken beraha söylenmelidir. Onun için bu durumda beraha söylenir. Ev satın almak ile ilgili “şeeheyanu” berahasının söylenmesine ilişkin bazı görüşler vardır. Rabi Hayim Palaçi (Z’Ts’K’L’) Lev Hayim kitabında kişinin hayat boyu borç ödeyecek meblağda kredi kullanması durumunda sıkıntı geçene kadar “şeeheyanu” berahasından muaf olmasının doğru olduğunu öğretir. Ancak alınan kredi ödenebilir ve kişiye sıkıntı vermeyecek durumda ise bu beraha söylenmelidir.
YETMİŞ İKİ’ DEN SEÇMELER
(Rav Palaçi’nin 72 kitabı olduğu kabul edilir.)
Rav İsak Alaluf
Rabi Hayim Palaçi (Z’Ts’K’L’) “Kaf AHayim kitabının birinci bölümünün onbeşinci maddesinde insanın kibre kapılmaması ile ilgili öğretilere yer verir. Rabi “More Betsba” kitabının yazarının öğretisinde kişinin iyi davranışlarını ve öğrenimini “gizlemesi” gerektiğini savunduğunu yazar. Herhangi biri bunu övmek istediğinde zorunlu olduğundan daha fazla bir şey yapmadığını dile getirmesinin doğru olduğunu ifade eder. Çünkü insanın öğrendiği Tora ve yerine getirdiği mitsvalar Tanrı’nın her sabah yeniden güneşi doğurmasının yanında bile çok sönük kaldığı belirtilir. Bununla ilgili olarak Rabenu Behaye Tanrı ile Avraam arasında geçen ve Sedom şehrini ilgilendiren konuşmasından önce Tanrı’nın Avraam’dan bir şey saklamayacağını “amhase ani meAvraam” ifadesi ile söylediğini ancak Avraam’ın bu övgüye karşı hiç kibre kapılmadığını öğretir. Avraam Tanrı ile konuşurken toz ve külden ibaret olduğunu “veanohi afar vaefer” şeklinde ifade eder. Burada bizden istenin kibre kapılmadan tevazu içinde yaşamımıza devam etmemizdir.
HAFTANIN SÖZÜ
“Sıkı çalışma güçlü karakter oluşturur.” (Yahudi atasözlerinden)