Hanuka bayramını bilmeyen yoktur. Güçsüzlerin güçlüleri, az bir topluluğun dev orduyu yendiğini, sevivonun üzerindeki harflerin Nes Gadol Aya Şam
Orada Büyük bir Mucize Oldu, cümlesininin baş harflerinden meydana geldiğini ezbere biliriz.
Hanuka mucizeler bayramıdır ve mucizelerden bahsedildiğinde aklımıza doğaüstü olaylar gelir.
Toramız mucizenin tanımına verilebilecek sayısız örneklerle doludur. İsraeloğulları Mısır Esareti'nden çıktıktan sonra karşılarında kendilerini Kızıldeniz karşılar ve mucize meydana gelir - deniz her kabilenin huzurunda on ikiye yarılır, on iki kabile denizi geçer, Mısırlılar ise içinde boğulur. Başka bir mucize örneği ise Yeruşalayim'i kuşatmaya gelen Sanheriv için verilebilir. Sanheriv Yeruşalayim'e milyonlarca askeriyle birlikte gelir ve savaştan muzaffer ayrılacağından emin olduğu için, o geceyi askerlerini dinlendirerek geçirir. İşte o gece göklerden gelen bir melek tüm askerleri öldürür ve Sanheriv ise kaçarak ülkesine geri döner.
Verilebilecek daha birçok mucize örneğinin içinden seçilen bu iki mucizenin de ortak noktası bir anda olmalarıdır. İsraeloğulları denizin kenarına gelirler ve deniz açılır, Sanheriv'in askerleri uyurlarken melek yeryüzüne iner ve bütün askerleri öldürür.
Hanuka bayramında gerçekleşen mucizeleri de birçoğumuz sevivon'un dönüşü kadar hızlı gerçekleştiğini zannederiz, ancak gerçek hiç de öyle değildir.
Neler olduğunu öğrenmek için biraz tarihe göz atalım.
Yunanlılar Yeruşalayim'e yüz seksen yıl boyunca hükmettiler. Yunanlılar ile Yahudiler arasındaki ilişkiler son derece iyi giderken, Yunanlılar Yeruşalayim'e bile kendi putlarını dikmeye ve sunaklarını inşa etmeye başladılar. Buna, Yunan imparatorluğunun büyüklüğü ve heybeti nedeniyle göz yumanlar olduysa da, bir kişi buna karşı çıktı - Matityau. Matityau ilerlemiş yaşına rağmen insanları uyandırmaya çalıştı ve her yerde Mi LeAşem, Elay! - Kim Tanrı'nın yanındaysa, bana gelsin diye duyurular yaptı.
Bu çağırıya sadece Matityau'nun beş oğlu ve bir grup savaşçı kulak verdi. Matityau, ayaklanmanın hemen başlarında hayatını kaybetti ve bunun üzerine oğlu Yeuda grubun başına geçirildi. Apolyonus, ayaklanmayı durdurmak için küçük bir asker bölüğü gönderdi. Yeuda Makabi ve hayatlarında hiç silah tutmamış, savaş nedir bilmeyen bir grup köylü karşılarına çıkan Yunan bölüğünü bozguna uğratarak herkesi şaşırttılar.
Bu ilk savaş girişiminden başarıyla çıkan Yeuda Makabi ve savaşçıları öldürdükleri Yunanlıların mızraklarını ve savaş aletlerini alarak ilk kez silahla tanışmış oldular.
Savaştan bozguna uğramış bir şekilde ayrılan Yunan Ordusu'nun bölge komutanı Siran, Aram topraklarına kamp kurdu. Askerlerini Gilad topraklarına geçirdi ve ardından sahil düzlüğüne indirdikten sonra Ayalon vadisinde büyük bir bozgun için yerlerini aldılar. Diğer taraftan Yeuda ise, kendi bakış açısından yapılabilecek en doğru hareketi yaptı ve savaş gününü oruç ve dua günü ilan etti. Savaş günü oruç tutan askerleri daha güçsüz düşürse bile, manevi anlamda onları güçlendirebilecek tek hareket buydu - oruç tutmak ve dua etmek. Kral David Teilim kitabında şöyle der, "Onlar arabalarıyla ve atlılarıyla, bizler ise Tanrı'nın Adı'yla başarılı olacağız." Gerçekten de öyle oldu ve Yeuda ile askerleri Siran'ın askerlerini büyük bir başarı ile bozguna uğratarak onları kaçırttılar. Mucize!
Yunan İmparatoru Antiyohus Epifanes tüm bunları duyunca çok sinirlendi. Artık yapılacak tek seçenek kaldı - İmparatorluğun bütünlüğünü bozan, tehdit eden bu terörist grubu çiğneyip, yok edip ayaklanmalarını bastırmak. En başta kırk bin askerini, yedi bin atlı şövalyesini üç büyük komutan altında topladı. Komutanların isimleri sırasıyla, Gorgeosh, Talmay ve Niknor idi. Yeuda ise oruç ve dua gününde askerlerini, ele geçirilmiş Yeruşalayim'in karşısındaki Mitspe köyüne yerleştirdi. Yeuda ve askerlerinin Mitspe'de kamp kurduklarının haberini alan Gorgeosh yanına bir bölük asker alıp onlara süpriz bir saldırı düzenlemeye gitti.
Yeuda ise askerlerini, Gorgeosh askerleri ile birlikte Mitspe'ye doğru ilerledikleri sırada Yunanlıların kamp kurdukları Amaos düzlüğüne getirdi. Yeuda Makabi ve askerleri süpriz bir saldırıyla karşı karşıya kalmak yerine aynı süprizi Yunanlılara yaptılar ve ordu kamplarını ateşe verdiler. Mitspe'ye kadar giden ve karşısında kimseyi bulamayan Gorgeosh tekrardan geri dönmeye karar verdi ama bu sefer karşısında bir grup terörist değil, tecrübeli askerler vardı ve onları da bozguna uğrattılar.
Yunan İmparatoru Antiyohus Epifanes olanları duyunca son çare olarak orgeneral Lizias'ı altmış bin asker ve beşbin atlı şövalye ile göndermek zorunda kaldı.
Lizias kendisinden öncekilere ölüm kapanına dönüşen Şomron'dan gitmek yerine, daha dolambaçlı bir yol olan Yeuda Çölü'nden gitmeyi tercih etti. Yeruşalayim'e doğru Bet Tsor istikametine yönelirken, Yeuda ve askerleri Lizias'ın bütün askerlerini acımasızsa kılıçtan geçirdiler. Canını zor kurtaran Lizias büyük bir hızla Yunan İmparatorluğu'na geri kaçtı.
Savaşın bitimiyle Yeuda ve askerleri Yeruşalayim'e geri döndüler ve Bet Amikdaş'taki günlük ibadeti yeniden başlattılar. Ancak mutluluk tam değildi; Menora'nın yakılması gerekiyordu ve sadece bir güne yetecek kadar yağları vardı. Yeniden mucize oldu ve bir güne yetecek kadar yağ, yeni yağın hazırlanması için gereken sekiz gün boyunca yandı!
Bahsettiğimiz bu savaş okunduğu kadar kolay olmadı. Savaşta elde edilen başarı, doğaüstü mucizelerle de süslenmedi, tam tersine, uzun bir zaman dilimine yayılan aylarca süren bir savaş oldu.
Diğer yandan, madem savaşın kazanılmasında birçok mucizeler gerçekleştiğini söylüyoruz, o zaman neden savaş bu kadar uzun sürdü, neden bir anda başlayıp bitmedi? Demek ki buradan kendimize çıkarmamız gereken dersler var.
Hepimizin içinde, o koçun boynuzuna En Li Helek BeEloke Yisrael - İsrael'in Tanrısı'nda payım yok yaz diyen küçük bir Yunanlı var, bizleri Tora yolundan uzaklaştırmak isteyen yetser ara. Bu küçük Yunanlı'nın amacı bizlere kendi kültürünü, hayat biçimini ve hayat görüşünü benimsetmek ve böylece Bet Amikdaş'taki günlük ibadeti durdurarak hayatımıza çektiğimiz çitleri birer birer aşmamızı sağlamak.
Matityau ve oğulları gibi bizler de Yunan kültürünün baskın olduğu bir ortamda doğduk, "...insan kalbinin eğilimi, çocukluğundan beri kötüdür ve [bil ki] eğer doğru davranmazsan günah doğduğun günden beri pusudadır."
Hepimizin üzerine düşen görev Matityau gibi isyan bayrağını kaldırıp, düşmanın egemenliğine son verip kutsal görevimize tekrardan başlamaktır.
Ancak bunu nasıl yapacağız? Nasıl isyan bayrağını kaldırıp düşmanın yani bizleri kötü eğilimlere iten yetser aranın egemenliğine son vereceğiz?
Matityau ve oğullarının yaptıkları savaşlardan bunun nasıl yapılmayacağını öğrendik: Göklerden büyük kaya parçaları düşmedi, melekler dünyaya inip bir gecede bütün askerleri öldürmedi. Üzerimize düşen bu görevi bizim adımıza kimse yapmayacak ve kendiliğinden de gelmeyecek, çünkü herşey göklerden gelir, Tanrı korkusu hariç. Tanrı korkusu insanın hayatında üzerine çalışması gereken unsurlardan biridir. Tanrı korkusuna sahip olan kişi, O'nun isteği dışında faaliyetlerin yapılmasına tahammül edemez ve böylece isyan bayrağını kaldırır. İsyan bayrağını kaldırdıktan sonra ve kendisini veya çevresindekileri egemenliğine katmak isteyen düşmanla savaşır, kazanır ve kutsal ibadeti kaldığı yerden devam ettirir.
Bilmemiz gereken başka bir nokta da bu savaş bir defalık değil, sonu olmayan devamlı bir savaştır. Bugün savaşı kazanmış olabiliriz, ancak yarın ve diğer gün - Kendine, ölüm gününe kadar inanma der Pirke Avot.
Şimdi ise savaşa yoğunlaşarak cevabımıza gelelim.
Matityau ve oğulları öncelikle üzerlerine saldıran küçük bir bölüğü def ettiler. İlk savaşlarında elde ettikleri başarıdan sonra hem Yunanlıların silahlarını alarak silahlandılar, hem de kendi birliklerine yüzlerce yeni asker katıldı.
Biraz düşünelim. Eğer Matityau'nun köyüne ilk baştan Lizias ve altmış bin askeri ve beş bin atlı şövalyesiyle birlikte gelseydi sonucunun ne olacağını hepimiz tahmin edebiliriz. Ancak öyle olmadı ve kendilerine başa çıkabilecekleri bir bölük geldi ve başardılar. İlk savaşta elde ettikleri başarının ardından kendilerine daha büyük bir ordu geldi. Onu da bozguna uğrattıktan sonra karşılarına Lizias ordusu geldi. Tüm bunlar bize Tanrı yolunda ilerleyen bir kişinin hiçbir zaman aşamayacağı bir engelle karşılaşmayacağını öğretir. Tanrı insanı başa çıkamayacağı derecede deneylerle denemez.
Ancak diğer yandan birdenbire hahamlarımızın bu konuyla ilgili bizleri hayretlere düşüren sözü geliyor - Kim ki (Tora ve mitsvaların yerine getirilişinde) yükselir, yetser arası daha da yükselir.
Ancak bu mantığımızın tam tersi. İnsan Tora yolunda ilerledikçe, yetser aranın tekliflerinin anlamsızlığını ve boşluğunu daha iyi anlar. O zaman hahamlarımızın "Kim ki (Tora ve mitsvaların yerine getirilişinde) yükselir, yetser arası daha da yükselir" ifadesinin anlamı nedir?
Bunun anlamı şudur: İnsanı kötü eğilimlere yönelten yetser aranın gücü sonsuzdur, gemarada dediği gibi sanki bir ateş topacı gibidir. Ancak karşısında bizler gibi etten kemikten yapılmış cılız varlıklar olunca, Tanrı onun gücünü, bir anlamda azaltır ama diğer yandan da hala saldırabilmesi için yeterli gücü bırakır. İnsan etten kemikten yapılmış da olsa, onu ayakta tutan Helek Eloke MiMaal - Göklerden İnen Tanrısal Parça yani onun ruhu, neşamasıdır. Manevi dünyalardan içinde bulunduğumuz maddesel dünyaya inen ruhu besleyebilecek tek besin kaynağı ruhaniyettir; Tora öğrenimi, mitsvaların en ince detaylarına kadar öğrenilip uygulanması ve insanlar arasındaki ilişkilerimiz ruhumuzu besler ve onu üst seviyelere çıkartır.
Bizler bu yolda emin adımlarla ilerlerken, bizi kötü eğilimlere itmeye çalışan yetser ara ise aynı şekilde ilerler. Yetser aranın görevi bizleri ilerleyişimizi durdurmak olduğuna göre bizler gibi o da her gün yeni taktiklerle silahlanıyor demektir. Eğer biz her gün Tanrı'ya daha da yakınlaşıyorsak, onun Torası'nı daha çok öğreniyorsak, yetser ara da aynı şekilde kuvvetlenecek ve bizleri yoldan çıkarmak için elinden geleni yapacaktır.
Hahamlarımızın dediği Kim ki (Tora ve mitsvaların yerine getirilişinde) yükselir, yetser arası daha da yükselir ifadesinin anlamı da budur.
Hanuka bayramında her gün birer mum ekleyerek yaktığımız Hanukiya bizlere işte bu mesajı verir. Birinci gün sekiz mum yakıp bütün gücümüzü ortaya koymak yerine, her gün birer mum yakarak yetser ara ile emin adımlarla, Tora öğreniminin benzetildiği - Ner Mitsva ve Tora Or, Mum Mitsvadır, Tora ise ışığı prensibi ile yenebiliriz.