Bizim evimizde hiç bir zaman, marketten alınan bebek mamalarından olmamıştı. Anneme göre, o mamaların etiketleri üstüne kurukafa ve kemikler koymak gerekiyordu. Neden diye sorulduğunda, güler ve "Büyük anneniz, bizi hiç bir zaman doktora götürmedi. O her zaman, mutfağına girer ve bitkilerden öyle karışımlar hazırlardı ki, kokuları bile hastalıkları korkutmaya yeterdi!" derdi.
"Çocukken o acı karışımlardan nefret ettiğim halde, kuzenim Berni'ye olanlara şahit olduğum zaman, annemin bilgi düzeyi karşısında şaşkına dönmüştüm."
Ve ondan sonra, kaçınılmaz olarak, annem, tavuk çorbasının her damla yağını, havuç ve soğanlarla beraber - kendi bebek maması- karıştırıcıya koymadan evvel çıkartırken, bana bademli süt hikayesini bir kez daha anlatırdı. İşte onun sözleriyle hikaye:
Kuzen Berni küçükken o kadar hastalanmıştı ki, onu Springfield'de bir hastaneye kaldırmak zorunda kalmışlardı. Midesi çok kötüydü ve ne olduğunu bulamıyorlardı.
"Bir Şabat günü, bir haberci eve gelerek Büyükanneye, doktorların pes ettiğini ve Berni'nin ölmek üzere olduğunu söylediler. Büyükannenin ne kadar dindar bir kadın olduğunu bilirsin. Şabat günleri, o başka bir dünyada olurdu. Ama o Şabat günü, kitaplarının başından kalktı ve dosdoğru kapıya gitti. "Rabiyle konuşmaya gidiyorum".
Bir süre sonra, büyükanne mutfaktaydı.
" 'Anne' diye sordum ona, 'Ne yapıyorsun sen?'
"'Hayat kurtarıyorum' diye cevap verdi.
" Bademleri aldı ve onları kaynar suyun içine attı. Sonra, teker teker, bademleri soydu. ince ince öğüttü. Kum haline getirdikten sonra kaynatılıp soğutulmuş suya kattı. Sonra bu karışımı, peynir kumaşında süzdü. Annemin bütün bunları Şabat günü yaptığına inanamıyordum. Çalıştıkça, birşeyler fısıldıyordu, ama ne olduğunu duyamıyordum. Karışım hazır olunca, bir kavanoza koydu ve bana, "Kum, Rahel" dedi.
"Doktorların, o kısa boylu, gri şaçlı, Yidiş konuşan, elinde kavanoz tutan kadın hakkında neler düşündüğünü bilmiyorum ama o kadar umutsuzdular ki, kavanozdaki badem karışımını kuzenim Berni'ye vermesine izin verdiler.
"Kuzenim Berni, anne babasının umutsuz ve üzüntülü bakışları altında, hastane odasına yatıyordu. İçeri girer girmez, büyükannem kız kardeşinin yanına yaklaştı ve kendinden emin bir ses tonuyla, "Merak etme, Tanrı onu kurtaracak" dedi. Elinde, bej renkli badem karışımı dolu olan kavanozu göstererek, "Bu yardım edecek" dedi.
"Ama Berni onu bir türlü içmek istemedi."
"Ben de ilk kol saatimi yeni almıştım. Benim için büyük bir olaydı bu. 13 yaşındaydım ve o günlerde kol saati sahibi olmak, gerçekten çok çok büyümüş olmak anlamına geliyordu. O anda içime ne doğdu bilmiyorum ama kolumdaki benim için hazine değerindeki saati çıkartıp, "Berni, eğer annemi dinlersen ve bir kaç damla içersen, sana söz veriyorum, yeni saatimi sana hediye edeceğim" dedim
"Berni, saatimi ince parmaklarıyla alırken herkes nefesini tutuyordu. Ardından Büyükannem, karışımdan bir kaç damlayı, kuzenimin dudakları arasına vermeyi başardı.
"Biliyorsun Tanrı her şeyi yapabilir. Ve sana doğruyu söylüyorum ki bir saat içinde, Berni'nin yüzüne renk geldi ve patates yemek istediğini söyledi ! Doktor, "Bayan Davis, kavanozda ne vardı bilmiyorum ama Berni'yi iyileştirdi" dedi.
"Büyükannen doktorun tam gözlerinin içine baktı ve Yidiş dilinde, "Ribbono şel Olam duaları duyar ve O bizi iyileştirir" dedi.