Dağa tırmanış: Anlam Arayışım adlı kitabında Kirk Douglas, vahşi hayvan avlamak için gerçekleştirdiği bir Kenya yolculuğunu anlatmaktadır. Çok güçlü bir silah edinen Douglas bu yolculuğu sırasında, bir leopar, bir ceylan, bir oriks (Afrika ceylanı) ve bir zebra vurmayı başarır. Bu yolculuktan sonra kendisine Avcı Douglas lakabı takılan ünlü aktör, Beverlı Hills'e döndükten sonra evinin duvarlarına ganimetlerini astırır.
Seneler sonra yetmiş yaşında iken Douglas, Tora'yı ve Yahudi ahlak kurallarını öğrenmeye başlar. Kirk Douglas kitabında yeni edindiği felsefe ile ilgili olarak şu satırları kaleme alır: " Şunu öğrendim ki ava çıkıp hayvan öldürdüğümde, bir Yahudi olarak günah işlemişim. Dinime göre, vahşi hayvanları yemek bir yana, avlayıp öldürmek bile yasakmış."Yahudilik aslında vejetaryen olmayı teşvik eden bir din olmadığına göre, avlanmaya karşı bu tutumun sebebi ne olabilir? Hangi gıdaların yenilebilir, hangilerinin ise yasaklanmış olduğunu kurala bağlayan kaşerut kuralları şöyle emreder: Yenilmesine izin verilen hayvanların, boyunlarına vurulan tek bir darbe ile kurban edilmeleri gerekir. Bu darbe çok süratli olmalı ve ani bilinç kaybının ardından ölüme yol açmalıdır. Eğer hayvanı kesen kişi (şohet) herhangi bir sebeple hayvanın öldürülme süresini uzatırsa o et, yasak (trefa) sayılır. Bu kurallar sayesinde, kurban edilen hayvanın süratle öldürülmesi her açıdan (etik, halahaya uygunluk ve yasalara göre kurban kesen kişinin emeğinin boşa gitmemesi - ekonomik - açıdan) teşvik edilmektedir.
Yasalara uygun bir şekilde yerine getirilen hayvan kesme işleminin aksine avlanma yolu ile hayatlarına son verilen hayvanların ölümü, çoğu zaman, uzun süreli ve acı veren bir süreçtir. Yahudi yasaları açısından avlanarak öldürülen hayvanların etlerinin yenmesi yasaktır. Bu yasak Yahudi bilinçaltına o kadar güçlü bir şekilde yerleşmiştir ki, kaşerut kurallarına uymayı ihmal eden kişiler arasında bile avlanmayı seven çok az insana rastlanır.
İki yüz sene kadar önce, köy ve ormanlara sahip olan "yeni zengin" bir Yahudi, Prag'lı Rav Ezekiel Landau'ya (1713-1793) şu soruyu yöneltmiş: Yasaklanmış olan eti yemediğimiz sürece sırf spor olsun diye, vahşi hayvan avlamaya iznimiz var mı? Rav Llandau'nun cevabı av konusunda kabul edilmiş Yahudi görüşünü özetler:
Bir Yahudi, yaşamakta olan bir varlığı, hiç kimseye yarar sağlamadığı halde sırf "iyi vakit geçirme" bahanesiyle nasıl öldürebilir? Zira Talmud'a göre vahşi hayvanlar ancak insanların yerleştiği bölgelere saldırdıkları zaman öldürülebilir. Onları ormanlarda, yaşadıkları yerlere kadar kovalamak, insanların oturdukları yerlere saldırmadıkları müddetçe, yasaktır. Bu şekilde hareket etmek bencillikten başka bir şey değildir.
Ancak avlanmayı meslek edinmiş kişilerin (örneğin hayvan kürkü ve hayvan derisi ticareti ile uğraşanlar) pek de zalimce davrandıkları söylenemez. Zira onlar, ihtiyaçlarını karşılamak için sığır, kuş veya balık öldüren kişilerle aynı amaç doğrultusunda hareket etmektedirler. Ancak geçim sağlamakla uzaktan yakından bağlantılı olmayan avlanmalar, gaddarlıktan başka bir şey değildir.
Rav Landau Yahudiliğin avlanmaya neden karşı olduğunu yasal / ahlaki açıdan işte bu şekilde açıklamaktadır. Alman doğumlu Yahudi yazar Heinrich Heine (1797-1856) ise Yahudilerin avlanma sporuna karşı takındıkları tutumu, Yahudilerin tarih boyunca yaşamış oldukları üzüntüleri göz önüne alarak şöyle açıklamaktadır: "Atalarım kendilerini avcılardan ziyade avlananlara yakın hissederlerdi. Sefalette bizimle birlikte yaşayanların torunlarına saldırmak ise bana göre değil." Yani bir Yahudi, silahlı bir avcıdan kaçmakta olan bir hayvanı gördüğünde sizce kendini kime daha yakın hisseder?***