Kabala sözcüğü, İbranice “almak, kabul etmek” anlamına gelen kökten türemiştir; kişinin uzman bir Kabalacıdan, genellikle bire bir aldığı bir öğretim türüdür.
Geleneksel Kabala öğrenimi, bugün olduğunun aksine, herkese açık değildi; Yahudi tarihi boyunca, tam bir Tora ve Talmud öğrenimi almış, 40 yaşın üzerinde evli erkeklere verilirdi. Öğretileri ile baş edecek olgunluğa ulaşmamış kişilerin eline verilmeyecek kadar güçlü bir silah olduğuna inanılırdı. Günümüzde olay farklıdır. Fikir arenası, çok sayıda Kabalistik ilkeyi kitlelere taşımıştır. Artık cinsiyet, yaş ve evlilik durumu gibi kısıtlamalar kalmamıştır. Ünlüler dahil Yahudi olmayan birçok kişi, Kabala’ya büyük ilgi duymaya başlamıştır. Bunun nedeni, Kabala’nın bu popüler versiyonunun, orijinali ile uzaktan yakından ilgisi kalmayacak şekilde basitleştirilmiş ve çarpıtılmış olmasıdır.
Bugün birçok sinagog, yetişkinlere yönelik Kabala dersleri düzenlemektedir. Yahudilerin hepsi Kabala’nın önemine inanmaz. İşin tuhafı Yahudilikte hiçbir konu, dinlerine fazla bağlı olmayan Yahudileri Kabala kadar çekmemiştir; halbuki Kabala birçok açıdan geleneksel Yahudiliğin uygulamalarından olabildiğince farklıdır.
Peki Kabala neden o kadar çekicidir? Belki de sizden herhangi bir şey yapmanızı istemediği için. Geleneksel Yahudilik, vecibelerini yerine getirenleri hep çok meşgul tutar; bir sonraki Şabat veya bayrama nasıl uyacaklarından, neyi nerede ve nasıl yiyeceklerine kadar.
Dini vecibelerini yerine getiren bir Yahudi olmak demek, her zaman acelesi olmak demektir. Yapacak veya hazırlanacak hep bir şeyler vardır. Kabala’nın cazibesi, belki de hiçbir kural içermemesidir. Kural yoksa, suçluluk hissi de yoktur.
Kabala bu yüzden günümüzde, geleneksel Yahudi çevrelerde tartışmalı bir konudur. Geçmişteki yaş, evlilik ve cinsiyet koşullarının, niyeti çok ciddi olanlar dışındakileri elediği düşünülüyordu. Rabiler aynı zamanda, potansiyel Kabala öğrencilerinin 613 emri zaten kabul ettiğini varsayabiliyordu.
Günümüzde Kabala türlerinin çoğu, Kabalistik düşüncenin derinliği ile karşılaştırıldığında, ancak temel seviyededir. Popüler Kabala, mimarı açıdan benzersiz, devasa bir şatonun ön kapısı gibidir. Ön kapı çok güzeldir, öğrenilmeye ve hayranlığa layıktır ama arkasında gizlenen şatonun görkemini, ancak ima edebilir.
Kabala, fizik bilimi kadar karmaşık ve kesindir. Kabala konusunda geleneksel bir sınıfa girmeniz mümkün olsaydı, kendinizi üniversitede ileri fizik dersine girmiş gibi hissederdiniz. Geleneksel Kabala’daki tanımlar, klasik fizikteki tanımların bazıları kadar kesin ve anlaşılması zordur. “Quark” (maddenin esası olduğu farz edilen ve kısmen elektrik yüklü olan üç çeşit partikülden herhangi biri) ile “lepton” (zayıf etkileşimlere katılan basit partikül) arasındaki fark nedir? Her ikisinin “nutrino”dan (sıfır yüklü ve sıfır kütleli, atomdan daha az karmaşık partikül) farkı nedir? Kabalayı çok üst düzeyde anlamak isterseniz, Bette Davis’in bir zamanlar dediği gibi “Koltuk kemerlerinizi bağlayın, sarsıntılı bir gece olacak”.
Ana temalardan biri, Yahudilikte ruhaniliğin hiçbir şeklinin insan karakteri kavramından ayrı tutulmayacağıdır. Aynı şey Kabala için de geçerlidir. Kabala kişinin, Tanrı’ya yaklaşmak üzere karakterini mükemmelleştirmeye çalışmasını konu alır. Yahudilikte, dağa tırmanmanın kestirme yolları ve teleferik yoktur. Ruhani dağın doruğuna giden tek yol, her seferinde zahmetli bir adım atmaktan geçer. Dolayısıyla Kabala, Everest Dağı’na tırmanmanın Yahudi ruhaniliğindeki karşılığı şeklinde tanımlanabilir.
Kişinin, Kabalistik fikir ve kavramları öğrenmeye harcadığı yıllara ilaveten, iyi bir aile ve toplum üyesi de olması gerekir. Daha basit ve esprili bir dille, son 20 yüzyılın büyük Kabalacılarından birini öfke ile korna çalarken, selektör yakarken ya da başka bir sürücüye bağırırken düşünmek çok zordur. Karakter ile Kabala öğrenimi bu yüzden birbirinden ayrılmaz.
Kabala ve Yaratılış
Kabalacılar, dünyanın oluşumu hakkında çok sayıda kuram türetmiştir. En iyi bilinen kuramlardan biri, on altıncı yüzyılda yaşamış olan Isaac Luria tarafından ileri sürülmüştür. 38 yaşında ölen bu Kabalacı’nın Hayim Vital adlı bir öğrencisi, Luria’nın fikirlerini Etz Hayim (Hayat Ağacı) adlı bir kitapta toplamıştır.
Tanrı dünyayı nasıl yarattı? Sormamız gereken ilk soru şudur: Eğer Tanrı bütün boşluğu ve zamanı dolduruyorsa, evren için nasıl yer bulunmuştur? Luria’nın bu soruya yanıtı, Tanrı’nın, “geri çekilmek” ya da “çekmek” (bir giysinin yıkanırken çekmesi gibi) anlamına gelen tsimtsum sürecine girdiğidir. Başka bir deyişle, Tanrı, Kendi içinde bir boşluk oluşturmuş, evrenin tamamını içine alacak büyüklükte bir hacimden çekilmiş, sonra da yargı özelliğini bu boşluğa yerleştirmiştir. Şimdi bile, tamamıyla Tanrı ile çevrili olan ve içinde Tanrı’nın yargı duyusunun bulunduğu bir boşluk vardır.
Tanrı’nın yargı gücü sınırsız olsaydı, büyük oranda yıkıma neden olacaktı. Bu yüzden Tanrı, der Luria, o ana kadar Tanrı’nın yargısı dışında hiçbir şeyin bulunmadığı boşluğa, ince bir ilahi ışık çizgisi koymuştur. Bu ilahi ışık aynı zamanda simgesel olarak, adam kadmon, yani esas insan olan bir “kişi” dir. Vücudun her bölümünün Tanrı’nın farklı bir türümünü temsil ettiği bir Kabalistik astronomi tablosu gördüyseniz, neden söz edildiğini anlarsınız. Tanrı’nın olumlu özelliklerinin her biri- bilgelik, zekâ, sevecen iyilik, sabır vb. – adam kadmon’dan çıkarak bu boşluğa yerleşmiştir. Sefirot (Tanrı’nın türümleri) diye adlandırılan bütün bu özellikler, bir araya gelerek evreni yaratmıştır.
Türümlerin birbirine karışmasını önlemek için, her birinin saf ışığı bir kabukla korunmuştu. Bu kabuk da daha yoğun ve esnek bir ışık türünden oluşmuştu. Bu kabuklara klipot adı verilir. Tanrı’nın özellikleri klipot’la yolculuk etmiş ve evrene dönüşmekte olan şekilsiz boşluğa ulaşmıştır.
Derken… Felaket! Klipot, şevirat akelim (kapların kırılması veya parçalanması) adı verilen bir anda, parçalara ayrılması ve saf ışığın her yere dağılmasına neden olmuştur. Işığın bir kısmı Tanrı’ya geri dönmüş, geri kalan ise yeni oluşmakta olan evrenin zemininin üzerine, kırık çömlek parçaları gibi yayılmıştır. Tanrı burada araya girmiş ve düzeni sağlayarak evreni yaratmıştır. İnsanlığın görevi, kapların kırılması sırasında dağılan ilahi ışık kıvılcımlarını toplama sürecine yardım etmektir.
Peki, Yahudiler bu kıvılcımları ilahi kaynaklarına nasıl geri götürecek ve böylece dünyayı nasıl kurtaracak? Tanrı’nın Kanunu’na uyarak, dua ederek ve sevecen iyilik eylemleri gerçekleştirerek.
Luria Kabalasının kabaca tanımı böyledir. Dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler, on altıncı yüzyılın ortalarında bu felsefeyi hevesle kucakladı. Bunun muhtemelen nedeni, Yahudilerin kutsal topraklardan uzakta çektiği sürgün acısı ve yaşadıkları ülkelerde gördükleri siyasi ve dini baskılardı. Yahudiler kendilerini dağılan ve toprağın üzerine düşen ilahi kıvılcımlar gibi gördü. Bugün Kabalacıların bu bireysel ilahi ışık kıvılcımlarını kurtarabileceklerine inandığı gibi, Yahudiler o zamanlar, aslında kendileri olan ilahi ışık kıvılcımlarını Tanrı’nın kurtaracağını umut ediyor ve bunun için dua ediyorlardı.
Tsimtsum kavramını benimsemek son derece zor olabilir. Hissettiğiniz buysa, tek başınıza değilsiniz. Kabalacıların tümü, dünyanın nasıl yaratıldığı hakkındaki bu yaklaşıma sıcak bakmaz. Tanrı’nın kendi içinde nasıl bir boşluk oluşturabileceğini anlayamazlar. Tanrı zaman ve mekânın dışındadır. O halde evren, nasıl zaman ve mekân kullanımını gerektiren bir şekilde meydana gelebilir? Bu düşünce okulu, Tanrı ile ilgili herhangi bir konunun anlaşılmasının imkânsız olduğunu öğretir. Yaratan’ımız insan zekâsının o kadar ötesindedir ki, metaforlarla bile ifade edilemez. Dolayısıyla Luria’nın Kabalistik düşüncesinin sizi huzursuz etmesi doğaldır.
Bir başka Kabalistik düşünce okuluna göre, evrenin yaratılışı, yani maase bereşit, Tanrı’nın özelliklerinin evreni yaratmak üzere birleşmesi ile gerçekleşmektedir. Bu Kabalacı rabiler, soyuttan fizikselliğe dönüşme konusu ile ilgilenir. Öğrettikleri şudur: Dünyaya baktığımızda, çoğu zaman bir yanılsamaya kapılırız. Örneğin bir masa, katı bir ahşap parçası gibi görünür. Oysa aslında, katılık ve sağlamlık görüntüsü veren, hızla hareket eden bir elektronlar kütlesidir. Fizik bağlamında, masanın katı hiçbir yönü yoktur. Sadece katı görünür.
Bu Kabala türü, evrenin görüntüsü ile gerçekliği arasındaki boşluğun nasıl doldurulacağını öğrenmekle ilgilidir. Tanrı’nın evreni nasıl yarattığını belirleyemeyeceğimize göre, Tanrı’nın evreni neden yarattığı sorusuna odaklanmalıyız.
Zohar
Belki de en iyi bilinen Kabalistik metin, İbranice “aydınlanma” ya da “görkem” anlamına gelen sözcükten türemiş bir terim olan Zohar adını taşır. Bu konuda iki ana kuram olsa da, Zohar’ın ne zaman oluşturulduğunu kimse tam olarak bilemez. Birinci kurama göre, 2.000 yıl kadar önce, Romalılardan kaçarak yıllar boyunca bir mağaraya saklanan Şimon bar Yohay adlı bir rabi tarafından yazılmıştır. Diğerine göre ise Zohar, Moşe de Leon (1240 – 1305 dolayları) adında İspanya Yahudisi bir Tora bilgini ve Kabalacı’nın eseridir. Moşe de Leon, Rabi Şimon bar Yohay’ın geniş Kabalistik çalışmalarını bulduğunu söylemişse de işin aslından emin olamıyoruz.
Herhangi birinin Zohar’ı, muazzam bir ön çalışma yapmadan anlaması neredeyse imkansızdır. Metin, dünyanın nasıl yaratıldığı ya da evrenin nereye gittiği hakkında açık ve özlü bir tanım içermez. Popüler inanç, Zohar’ın “Tanrı dünyayı şu şekilde yarattı…” türünden bir açıklama yaptığı yönünde olsa da, ne yazık ki Zohar’da böyle açık ifadeler yer almaz.
Zohar’ın özgün metni, Yahudilerin 2.000 yıl önce konuştuğu Aramice dilinde yazılmıştır. İster Moşe de Leon tarafından bulunmuş, ister onun tarafından yazılmış olsun, Yahudi geleneğindeki en önemli Kabalistik kitap olmayı sürdürmektedir.
Peki Zohar ne içerir? Dünyanın yaratılışını tarif eden Bereşit Kitabı’nın ilk cümlelerinin gerçek anlamı hakkında rehberlik; İbrani alfabesinin mistik yönleri; Tanrı’nın, evren yaratılabilsin diye Kendi içinde bir boşluk yarattığı tsimtsum süreci; ruhun, ölümden sonraki yolculuğu.
Zohar’ın her Yahudi evinde bulunması gerektiğini ileri süren kaynaklar olmasına rağmen, dindar Yahudilerin pek azı –düzenli olarak Talmud çalışanlar bile- Zohar’ı ya da diğer Kabalistik yazıları incelemeye vakit ayırır. Yahudiliğin uygulamaya elverişli o kadar çok yönü vardır ki, ezoterik konular, geleneksel görüşte olanların pek ilgisini çekmez. Öte yandan Tora ve Talmud konularında güçlü bir altyapısı olan Yahudiler, Zohar’ı incelemedikleri için üzüntü duymaz.
Zohar’a zaman ayırmama konusu, ilgisizlikten çok, entelektüel ya da ruhani bir tevazu şeklidir. Dindar Yahudilerin çoğu, Zohar’ın içsel anlamlarını algılayacak seviyede olamadıklarını söyleyecektir. Bu çalışmaya girişimlerinin nedeni küçümsemeleri değil, kendilerini Zohar’ın karmaşık alemine girmeye hazır hissetmemeleridir.
Tora bilginleri işte bu yüzden “popüler Zohar” ya da “popüler Kabala” ya sıcak bakmaz. Takındıkları tutum şudur: “Eğer ben incelemeye hazır ya da anlayabilecek kadar yüksek bir ruhani seviyede değilsem, bu konuda yeterli altyapıya sahip olmayan bir insan nasıl öğrensin?” Bu küçümseme sadece gerçek Zohar ya da Kabala’yı, Yahudilik öğrenimine yeni başlamış olanlara öğreteceklerini iddia edenlere yöneliktir.
Michael Levin’in “Yahudi Ruhaniliği ve Mistisizmi” kitabından alıntıdır