Tek oğlu olan bir adam vardı. Bu oğlu adamın yaşamda duyduğu en büyük sevinç kaynağıydı.
Çocuk büyüdüğü zaman denizaşırı ülkelere taşınmaya karar verdi. Adam, çok sevdiği oğluyla arasına okyanusun girmesi sebebiyle inanılmaz derecede kederlenmişti.
Oğlu, gittiği yerde evlendi ve çoluk çocuğa karıştı. Baba, oğlunu, gelinini ve torunlarını görmeyi çok istiyordu. Oğluna sürekli mektup yazarak ailesini de alıp kendisini ziyarete gelmeye davet ediyordu. Ancak davet her seferinde bir bahaneden dolayı kabul edilmiyor, oğlu babasına böyle bir ziyaretin yakın zamanda gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını bildiren bir cevap gönderiyordu.
Durum böyle olunca, babanın, oğluna olan özlemi gittikçe arttı ve sonunda oğluna bir mektup yazarak, oğlu için gelmenin zor olması sebebiyle, kendisinin uzun yolculuğu yaparak oğluyla ailesini ziyarete geleceğini bildirdi. Mektubu postalar postalamaz yaşlı baba hemen hazırlıklara girişti. Yola çıkış günü yaklaştıkça babanın heyecanı da gittikçe artıyordu. Sonunda beklenen gün geldi. Adam oğlu ve ailesi için paketler ve hediyelerle yüklü bir halde gemiye bindi. Uzun yolculuk günleri boyunca baba sürekli olarak, çok kısa bir süre sonra oğlunun yanında olacağını düşünmeden edemedi. Ara sıra sabırsızlıktan güverteye çıkıp karanın yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ediyordu.
Bir sabah yine güverteye çıktı ve işte - sonunda kıyı çizgisi görünmüştü. Kalbi inanılmaz bir şiddetle atmaya başladı - oğlunu görmesine artık çok kısa bir süre kalmıştı! Gemi limana girerken gözleri karşılamaya gelen kalabalığı taradı, oğlunu görüp tanımayı ümit ediyordu. Ancak onu bulamadı. Gemiden inip oğlunu ancak sonra iskelede aramaktan başka yapacak bir şeyi yoktu.
Böyle bir yolculuktan gelip oğlunu iskelede bulamayan yaşlı bir adamın ruh halini tahmin etmek zor değildir. Ancak baba oğlunu suçlamak yerine, mutlaka geçerli bir sebep olduğunu düşündü. Elbette oğlu onun geleceğini akılda tutarak bir sürü gereksiz hazırlığa girişmişti ve onu limanda karşılamaya gelememişti. Hafifçe gülümsedi. Evet sebep bu olmalıydı. Daha fazla zaman kaybetmemek için adam hemen tren istasyonuna koştu. Oğlunun yaşadığı şehre gideceği treni kaçırmaması gerekiyordu. Tren yolculuğu boyunca oğlunun kendisini istasyonda mutlaka karşılayacağını düşündü. Her kilometrede heyecanı da gittikçe artıyordu. Tren durur durmaz hemen koşarak dışarı çıktı; oğlunu bir saniye bile daha geç göremezdi artık! Ama...
Oğlunu istasyonda da görememenin verdiği hayal kırıklığı, bir öncekinden bile çok daha ağırdı. Ancak bu kez, oğlunun hazırlıklarla meşgul olma ihtimalini daha az düşünüyordu. İçini bu kez bir endişe kaplamıştı: Ya oğluna bir şey olmuşsa? Ya gelirken başına bir kaza gelmişse? Evet; mutlaka bir terslik vardı.
Endişe ve sıkıntı dolu bir kalple, geçen bir arabayı durdurdu ve oğlunun adresini verdi. Yol boyunca giderek rahatladı ve yine kendisini evde bekleyecek olan sıcak karşılamayı hayal etti. Ancak bu hayal da çok geçmeden paramparça olacaktı. Eve ulaştığında tüm perdelerin tamamen kapalı olduğunu ve sadece bir odadan hem de çok zayıf bir ışığın geldiğini gördü. Endişe bir kez daha adamın vücudunu sardı. Acaba herkes sağlıklı mıydı? Kötü bir şeyler mi olmuştu? Kapıyı çaldığı anda elleri titriyordu.
Bir kez tıkladı, ama cevap alamadı. Biraz daha güçlü bir şekilde kapıyı vurdu - yine ses yoktu. Sonunda üçüncü vuruşun ardından, uzaktan zayıf bir "Kim o?" sesi geldi. Baba, bu sesi hemen tanımıştı - çoktandır özlemini duyduğu oğluydu bu! Oğluyla arasındaki tek engelin kapı olduğunu düşündükçe mutluluğu da gittikçe artıyordu. Cevap verdi: "Benim; seni görmek için çok uzaklardan gelen baban! Lütfen kapıyı aç".
Kısa süren bir sessizlikten sonra içeriden tekrar ses geldi: "Baba; gece için elbiselerimi çıkardım. Bu gecelik karşı otelde yatsan nasıl olur? Yatağıma yattım ve şimdi kapıya gelmek benim için biraz zor. Sabah ilk işim seni oradan almak olacak". Baba bu sözleri duyduğunda cevap vermedi; çok öfkelenmişti. "Yıllar boyu oğlumu görebilmeyi arzuladım. Beni onurlandırıp ziyaretime geleceğini ümit ettim. Ama bu olmadı; ben onu ziyarete gelmek zorunda kaldım. Limanda beni ailesiyle birlikte karşılayacağı konusunda en ufak bir şüphem bile yoktu; ama bunu da yapmadı. Belki onu engelleyen bir sebep vardır diye düşündüm; ama istasyona mutlaka gelecekti. Gelmedi. Sonunda onun evine geldim, ama bulduğum kapkaranlık bir evdi. Kapıyı çaldım; ama tüm bunlar sadece, oğlumun beni içeri alma konusunda bile çok tembel olduğunu öğrenmek içinmiş! Tüm bunlardan sonra onu otelde bekleyecek miyim? Bunu elbette yapmayacağım!" diye düşündü. Bulduğu ilk arabaya bindi, istasyondaki ilk treni yakaladı ve bir gemiye atlayarak evine koyuldu - oğlunu bir kez bile göremeden.
Ertesi sabah oğlu uyandı. Kalbi, bir önceki gece babasına karşı tutumundan dolayı vicdan azabı ve pişmanlıkla doluydu. Hemen giyindi ve babasını bulmak üzere otele koştu. Babasını orada bulmayınca oğulun hissettiklerini tanımlamak mümkün değildir. Bunu ıstırap, vicdan azabı ya da acı sözcükleriyle anlatmak yetersiz kalacaktır.
* * *
Tüm yıl boyunca Tanrı, Bene-Yisrael'in Teşuva yapmasını, içtenlikle O'na dönmelerini bekler. Bizim buna pek de hevesli olmadığımızı ve Teşuva için koşmadığımızı bilir. Bu yüzden yılın belirli bir döneminde O bizlere yaklaşır. Bu günler Tanrı'nın önünde merhamet günleridir; bizim için Teşuva'yı ve onun kabulünü kolaylaştırırlar; ancak birçok insan ne yazık ki bu büyük fırsatı kullanmaz. Tanrı bize gelir, ama biz O'na kapıyı bile açmaya yanaşmayız. Tanrı bize sadece Elul ayı ile Roş Aşana'yı değil, "On Teşuva Günü"nü de vermiştir. Bu fırsatların her birini tek tek tepmemiz, elbette Göklerdeki Babamız'a sıkıntı ve ıstırap vermektedir; tıpkı ayağına kadar gelen yaşlı babasına kapıyı bile açmayan oğlun neden olduğu ıstırap gibi.
Yom Kipur'da Tanrı artık kapımıza dayanmış ve onu sertçe vurmaktadır. Kalplerimizin kapısını çalmakta ve içeri girmeyi son derece arzulamaktadır. Bizler de, ümit edilir ki, hikayedeki oğulun aksine, en azından bunu yapabiliriz; sonrasında pişmanlık ve vicdan azabı duymamak için.
* "Yomtov" - Rabi Yeuda Prero
* Rabi Şalom Shwadron