Sevgili Sara ve Sevgili David,
Bunlar zor zamanlar... Risk ve tehlike, gerileme ve belirsizlik zamanları.
Şunu söylüyorum diye beni saf sanmayın: Bunlar, inanca ihtiyaç duyduğumuz zamanlardır. Körü körüne inanç ya da saf bir iyimserlik değil... Biz çaresiz ve tek başına değiliz diyen bir inanç.
Yahudi halkı neredeyse tüm diğer halklardan daha uzun zamandır ayakta. Acıdan ve ıstıraptan payımıza düşeni aldık. Ama hâlâ buradayız, hâlâ genciz, hâlâ enerji doluyuz, hâlâ sevinebiliyor, kutlayabiliyor ve şarkı söyleyebiliyoruz. Yahudiler ölüm vadisinde, başkalarından daha sık yürüdü, buna rağmen ne mizah gücünü kaybetti, ne de umudunu.
İnanç, kesinlik demek değildir. Kesinlik olmadan yaşama cesaretine sahip olmaktır. İnanç, dünyayı olmasını istediğiniz gibi görmek değildir. Aksine, dünyayı olduğu gibi görmek, ancak yaşama tarzımızla dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğimizi umut etmekten asla vazgeçmemektir: Hen ve hesed (cana yakınlık ve sevecen iyilik) eylemleri, affedicilik ve ruh zenginliği ile... Yahudilikte inanç, “evrene imkânsız mesajlar yollamak” değildir. Hiçbir inanç, insan zekâsına daha fazla saygı göstermez. Yahudiler “biz hiçbir şeyi hakkımızmış gibi görmeyiz” der. “Tanrı çobanımdır” der ama hiçbir Yahudi koyun değildir. Bize, çocuklarımıza soru sormayı öğretmemiz emredilmiştir.
Dinimiz, soru soran bir dindir. O halde inanç bunun neresinde? İnanç; burada bir nedenle bulunduğumuzu; yolculuğumuz boyunca Tanrı’nın yanımızda olduğunu; düştüğümüzde bizi kaldıracağını; hata ettiğimizde bizi affedeceğini; Onun, bizim kendimize inandığımızdan daha çok inandığını bilmektir. Bu bir dilek değildir. Gerçeğin ta kendisidir. Ancak basit bir gerçek de değildir. Klasik müzik dinlemek, sanatı takdir etmek için kendimizi nasıl eğitiyorsak, Tanrı’nın hayatımızdaki varlığını hissedebilmek için de kendimizi eğitmemiz gerekir. Bu eğitim, iki şekilde gerçekleşir. Birincisi Tora, ikincisi ise mitsva’lardır. Tora sayesinde Tanrı’nın bizden ne istediğini öğreniriz. Mitsva’lar sayesinde ise Tanrı’nın İradesini yerine getirmeye çalışırız. Kendimizi Tanrı’ya böyle açarız. İnanç, risk almamıza ve geleceğe korkusuzca bakmamıza olanak tanır. Bazen tinsel konuların, gerçek dünyanın mücadeleleri ile karşılaştırıldığında yeterince önemli olmadığını sanırız. Ancak şunu düşünün: Finansal yıkım, kurumlara karşı güvenin kaybolmasından ötürü gerçekleşti. Bankalar, borçluların borçlarını geri ödeme kabiliyetine artık güven duymuyordu. Güven, tinsel bir şeydir. “Kredi” sözcüğü Latince “credo” sözcüğünden gelir ki, Ani maamin, ‘İnanıyorum’ demektir. Daha önceki büyük krizden önce Franklin D. Roosevelt, şu ünlü sözleri söylemişti: “Korktuğum tek şey, korkunun kendisidir.” İnanç, korkuyu yener, bize her türlü kaybın üstesinden gelme ve yeniden başlama gücünü verir. İnancı azımsamayın. İnanç küçük görülecek bir şey değildir. Gelecek yıl ne yapın edin, inanç duymayı kendinize öğretin ve bunu her gün yenileyin. Yahudi halkı inancı canlı tuttu, inanç da Yahudi halkını hayatta tuttu.
Tanrı korusun, kendinizi krizin ortasında bulursanız ne yaparsınız? İşinizi kaybettiniz. Beklediğiniz terfii alamadınız. Sağlık durumuz hayat tarzınızda önemli bir değişim yapmanıza neden oldu. Kötü bir yatırım yaptınız ve bu size çok pahalıya mal oldu. Hayatınızdaki önemli bir ilişkinin yolunda gitmediğini görüyorsunuz. Yaşantınızdaki her unsur, önceden haber vermeden sizi krize sokabilir. Uğradığınız sarsıntı ve acı ile nasıl baş edersiniz?
Tora’daki bir bölümün size büyük yardımı dokunacaktır: Bereşit 32’deki ünlü ve gizemli öykü. Yaakov, tanımadığı ve ismini bilmediği bir kişiyle sabaha kadar güreşir. “Yaakov yalnız kalmıştı. Bir yabancı ortaya çıkıp onunla şafak sökene kadar güreşti” Yahudi halkına Yisrael ismini veren, bu bölümdür. Yisrael şu anlama gelir: “Hem İlahi bir varlıkla, hem de insanlarla mücadele ettin ve üstün geldin.” Kilit cümle, Yaakov’un yabancıya söylediği şu sözlerdir: “Beni mübarek kılmazsan bırakmayacağım.”
Her krizde bir kutsama olanağı vardır. Geriye doğru baktığımızda, zamanında bize çok acı veren olayların, büyümemize en çok katkısı olan olaylar olduğunu görürüz. Krizler bizi zor ama gerekli kararlar vermeye zorlar. Kendimize şu soruyu sordurur: “Ben kimim, benim için gerçekten önemli olan ne?” Böylece yüzeyden derinliğe dalar, sahip olduğunu bilmediğimiz güçleri ve o zamana kadar eksikliğini duyduğumuz gayeyi keşfederiz. Dolayısıyla her krizden sonra söylemeniz gereken şudur: “Beni kutsayıncaya kadar gitmene izin vermeyeceğim.” Bu mücadele kolay değildir. Yaakov yenilmediği halde “topal” kalmıştı. Savaşlar insanda yaralar bırakır. Yine de Tanrı, bize karşıymış gibi göründüğü zamanlarda bile bizimle beraberdir.
Biz Onu bırakmayı reddedersek, O da bizi bırakmayı reddeder ve bize hayatta kalma, mücadeleden daha kuvvetli, daha bilge ve daha kutsanmış bir halde çıkma gücünü verir.
Dinde sorulan en eski soru şudur: “İyi insanların başına neden kötü şeyler gelir?” Ancak bu soruyu sormanın iki yolu vardır. Birincisi: “Tanrı bana bunu niye yaptı?” Bu soruyu asla sormayın çünkü cevabını bilmemiz hiçbir zaman mümkün değildir. Tanrı bizi önemser ama diğer herkesi ve her şeyi de önemser. Biz bu anı düşünüyoruz.
Tanrı sonsuzluğu düşünür. Evreni, Tanrı’nın bakış açısından görmemiz asla mümkün değildir. Bu yüzden ilk sorunun yanıtını bulmamız imkânsızdır. Ancak aynı soruyu sormanın başka bir yolu da vardır:
“Tanrı benim bundan ne ders çıkarmamı istiyor? Beni ne şekilde gelişmeye zorluyor? Benim ne tepki göstermemi bekliyor?” Bunu sormak geriye değil, ileri bakmayı gerektirir. “Tanrı neden bunu yaptı?” sorulacak yanlış sorudur. Doğru olanı şöyledir: “Durum böyle olduğuna göre, hayatımı nasıl değiştirmeliyim?”
Krizle baş etmenin yolu budur: Onunla güreşmek, sizi kutsayıncaya kadar gitmesine izin vermemek ve krizden, eskisinden daha güçlü, daha iyi ve daha bilge bir şekilde ortaya çıkmak. Yahudi olmak, yenilgiyi kabul etmemek demektir. İnancın anlamı budur.