Morris IrsaiANNE - 1897de,
Pesahın hemen öncesinde, annem , Budapeşte yakınlarındaki
Wietzende Yeşivaya gelip ve bana ve kardeşlerime
tatilde eve gelmemizi söylemişti. Bu daveti sadece ben kabul
etmiştim. O hafta olduğumuz sınavda kardeşler arasında
tek başarılı olan bendim . Her zaman için bu başarımı
, annemin davetini kabul
etmiş olmama bağlarım. Eve geldiğimde, büyük bir
kutlama vardı, ve ben anneme getirdiğim mutluluğu hatırlarım.
Düşündüğüm buydu.
BABA- Küçük bir cemaatte, Haham olan babam, sert bir kişiydi, annemden çok daha katıydı. Her hafta, Toradan bir bölümü hazırlamamız gerekiyordu ve her cuma sabahı sınav oluyorduk. Görevi için evde olmadığı sırada çalışmamızı , geldiğinde bizi kontrol edeceğini söylerdi. Gittiği anda, büyük kardeşlerim dışarda top oynamaya giderdi ve hiçbir zaman birşey öğrenememişlerdi. Babam geldiğinde hemen onu farketmezdik. Ama farkına varır varmaz, odalarımıza koşar, kitaplarımızı açar ve öğrenmeye başlardık. Farkedilirsek de, bizi dayaktan koruyan sadece annem olurdu.
İLK ERKEK KARDEŞİM:
İLK VE İKİNCİ KIZ KARDEŞLER
: Onlar da üveydiler
fakat annemin tarafındandılar. Haimle ( ilk erkek kardeşim
) bu kız kardeşlerim arasında duygusal farklar o kadar
güçlüydü ki , biz kızkardeşlerimle üvey kardeş
olduğumuzu hiçbir zaman hissetmezdik. Herkes onlara çok iyi
davranırdı.
İKİNCİ ERKEK KARDEŞ: Yosi
, benim gerçek kardeşimdi ve orduya gitmişti. O katılan
ilk kişiydi. Her zaman iyi davranırdı , bize bakardı.
Amerikaya gitmek için çok erken ayrılmıştı ve
şimdi New Yorkta avukat olan bir oğlu var.
ÜÇÜNCÜ ERKEK KARDEŞ: Eugene, ailemiz
için bir istisnaydı. O , doğuştan korkaktı. Hele
köpeklerden çok korkardı. O günlerde, evlerde büyük fırınlar
bulunmazdı ve günün birinde annem, kurabiyeler için hazırladığı
bir tepsi hamuru Eugenee verip, onu fırına yollamıştı.Yolda
giderken, bir köpek onu kovalamaya başlayınca kaçmaya başlamış,
elindeki bütün hamur yere dökülmüş,
o da hamurların üstüne düşüp ellerini kesmişti.
Sonra eve gelip Bakın köpek bana ne yaptı! demişti.
Annem de onu teselli edip şımartmaya başlamıştı
çünkü ona acıyordu. Her zaman korkuyordu ve en sonunda
hipokondriak oldu . Kardeşim 17 veya 18 yaşındayken , sürekli
öleceğini söylerdi. Yeşivasındaki haham artık
buna dayanamayıp ona şöyle demişti: Buraya bak,
sen 100 yaşına kadar yaşayacaksın . ve sonra da
gerçekten de 100 yaşına kadar yaşadı.
ÜÇÜNCÜ KIZ KARDEŞ: Katienin trajik bir hayatı oldu. Neredeyse yarı sağır olan, tanımadığı biriyle evlenmişti Bunu farkettiğindeyse çok geç olmuştu. Adam, meslek olarak kendine öğretmenliği seçti. Öğrencilerini hiçbir zaman duymadığından sürekli bağırıyordu. Evde , kendi çocuklarına da sürekli bağırırdı ve onların birsürü çocukları oldu.
DÖRDÜNCÜ ERKEK KARDEŞ: Alexander, çok
yetenekli ve akıllı birisiydi ama bir düzene sahip değildi.
Yahudiler için de öğretmekten başka yapacak birşey
olmadığından, ve bu da düzenli bir iş olduğundan
, öğretmenliği seçmişti fakat kendisini hiçbir zaman
bir öğretmen olarak görmezdi. Çok paraya sahip olmak istediğinden,
kumara başladı. Uzun geceler
boyunca, kumarhanelerdeydi ve sabah olunca da sınıfında
uyuyakalırdı. Bir keresinde bir müfettiş sınıfa
girdi. Bütün öğrenciler derin bir sessizliğe gömüldüler.
Yazı yazan, okuyan veya yemek yiyen öğrencilerin karşısında
uyuyan öğretmeni görünce, bunu genelde karşılaşılan
bir durum olduğu sonucuna varmıştı müfettiş.
Bu olay, müfettişle 2 kez daha tekrarlandı , bu yüzden de
kardeşimi işten çıkarttılar.
DÖRDÜNCÜ KIZ KARDEŞ: Peroschka
evlendi ama hiçbir zaman çocuğu olmadı. Bu çok üzücü
bir durumdu fakat kocası da ona oldukça iyi davranıyordu.
30ların başında, Filistin topraklarına gelip yaşamayı
düşünüyorlardı. Birkaç sene burada yaşadılar
fakat sonra , kocasının kardeşlerinden biri ölünce, işleri
düzenlemek için yeniden Macaristana geri döndüler. Bir şekilde,
biryerlerden kocasına teklif gelince, Macaristanda kaldılar
ve sonradan Holocaustta yokoldular..
BEŞİNCİ ERKEK KARDEŞ:
Jules, o zamanların ahlak anlayışına göre,
ailemizdeki gerçek kara koyundu. Sahte mücevherler satan bir satıcıydı.
Karısından memnun değildi, bu nedenle müşterilere
hizmet eden satıcı kızlara ara sıra kendisi
hizmet verirdi. Daha sonra karısından boşandı
ve kaygan bir yokuşta ilerlemeye başladı. Macaristanın
biryerlerinde tutuklandı ve gaz odalarına ilk gidenlerden
biri oldu. İLK OĞUL: Irving, 1936da İngiltereye
gitmeye karar vermişti. Gidip kurtulduğu için, zaman içinde
bizlere yardım da edebilmişti. 1945te karımla ben,
Viyana dışındaki bir ölüm yürüyüşünden kaçmıştık
ve yaklaşık 400 kilometre uzaklıktaki Budapeşteye
geri yürümüştük.Oraya ulaştığımız
anda, Wallenberglerin güvenli evlerine gitmiştik. Erkek kardeşim,
Wallenbergler sayesinde kurtulmuştu. Orada buluştuk. Kapıyı
açtığında, ikimiz de çok zayıftık. Bana
Sen kimsin ve kimi arıyorsun? diye sormuştu. İkimiz
de tanınmaz haldeydik, bir deri bir kemik olmuştuk. Daha
sonra, İngilteredeki oğluma, hala hayatta olduğumu
haber verdiler.O bizlere bir belge gönderince 1946da İngiltereye
ulaştık. O zamandan beri beraberiz ve oğlum
bana bakar. Onun vücudumun bir parçası olduğunu düşünürüm. İKİNCİ OĞUL: Tibiyi çok severdim ve iki oğlum da iyi birer kardeştiler. Macarlar, onu Rusya cephesinde, zorunlu işçi kampı birliklerinde Almanlarla savaşmak için götürmüşlerdi. Forenashta, felaket bir savaşın ortasına düşmüştü. Savaşın çok sert ve önemli olacağını biliyorlardı, bu yüzden bütün Macar Yahudi erkek çocuklarını almışlardı ve bir mayın tarlasını temizlemeleri için emir vermişlerdi. Onlara mayınların nasıl ayıklanacaklarını anlatmamışlar, sadece toprağın üstünde bir çengel gördüklerinde çekmelerini söylemişlerdi. Mayınlar bulundukça, birer birer havaya uçuyorlardı. Hepsi öldüler, bütün erkek çocuklar öldüler
KENDİ GEÇMİŞİ: Geçmiş
hakkında düşündüğümde, içimde açık bir düşünce
oluşmuyor çünkü herşey çok karmakarışıktı.
Mutluluk ve üzüntü, karmakarışık duygularla
neredeyse bir yüzyıl gerisine bakıyorum
KENDIHOLOCAUSTU: Korkunç bir terörün gölgesindeydim, ölümden çok işkence
korkusu içindeydim. Bunu düşündüğüm zamanların
biri de Viyanadaydı. Ne zaman kömür yüklü bir tren gelse,
yükleri boşaltmamız gerekiyordu. Kömürleri 25 kiloluk çuvallara
dolduruyor, ve onları sakladıkları bodrum katına
taşıyorduk. Bir keresinde, karanlıktan önümdeki
basamağı göremediğimden bir an duraksamıştım.
Bir SS arkamdaydı ve duraksadığımı görünce,
ayağını kaldırıp beni merdivenlerden aşağı
itmişti. Tam 23 basamak aşağı yuvarlandım. Bütün
gün boyunca korku içindeydik. Yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu, akşam
olduğunda bizi kamplara geri götürüyorlardı ve orada bize
çorba gibi birşey veriyorlardı. İğrenç kokardı.
İçine ne konulduğunu bilmiyorduk. Çok aç olduğumuzdan
yiyorduk. Bu kampta 1,5 sene kaldık.
ŞİMDİ: Bu yaşımda, Maşiah
ile ilgili fikirlerim var. Danieldeki hesap ve tahminlerime göre,
bizler Cuma öğleden sonrasına yaklaşıyoruz ve
Tanrının Şabatına da çok az kaldı.
Hesaplarıma göre, bu olay büyük bir yangınla duyurulacak.
ünlü Gog/Megog savaşıyla fakat bu İsraelden
uzakta olacak.
GELECEK: 120 yaşına kadar yaşamak
istiyorum ve öyle olacağını da hissediyorum. İngiltereye,
Macaristana ve
Amerikaya gitmek istiyorum. Macaristandaki akrabalarımı
görmek , anne-babamın mezarını ziyaret etmek ve yeğenlerimin
yaşadığı New York şehrine gitmek istiyorum. |
Otto HailmanANNE: Annem , 1935te Amerikaya gitmişti.Kızkardeşime gitti. Onu tren istasyonuna kadar geçirmiştim. Bana orada demişti ki: Otto, Amerikaya şimdi gitmeli miyim?. Ben de : Anne, oraya bugün gitmek büyütülecek bir olay değil. 10 gün içinde orada olacaksın. demiştim. Sonra, yola çıktı, 1939 yılında savaş başladığında hala oradaydı. Daha sonra, geri gelemedi ve 1948 yılında orada öldü BABA: 1950de o ölürken, ona söylediğim
sözleri hatırlıyorum: Baba, çok hastasın. Bir yardımcı
almamız gerektiğini düşünmüyor musun? Bunun üzerine
bana uzun süre baktı ve şöyle dedi: Otto, yaşlı
adamı çağırmamız gerektiğini mi düşünüyorsun,
öyleyse gelsin! Evet baba, bu senin için
Evet Otto, Biliyorsun, sonbaharda, yapraklar sararır
ve dallarından düşerler. İnsanların kaçınılmaz
ölümü o kadar da kötü birşey değil. Bu bir
gereklilik
.İşte babam bu şekilde öldü.
İLK ERKEK KARDEŞ: Erkek kardeşim Hansın 15 mesleği vardı. Kendisi, yıllar boyunca denizlere ve dünyanın çeşitli yerlerine giden maceraperest bir insandı. Yarışan bir sürücü, satranç oyuncusu, ahçı, yapımda becerikli bir kişiydi. Fakat kendisi, geleceğine bir bütünlük kazandırabilecek veya mantıken onu tatmin edecek hiçbirşey bulamamıştı.. KIZKARDEŞ: Almanyada kızkardeşim
Sabine, bir hemşireydi. Günün birinde, bana, burada bir hemşire
olarak kendisini tatmin edecek bir gelecek göremediğini ,bu yüzden
de göç etmek istediğini söylemişti. 1921de
Amerikaya gitti. Orada bir süre çalıştıktan sonra,
eğer ona biraz para gönderebilirsem, tıbbi asistan
olabileceğini yazmıştı. Ben de gönderdim. O çalıştı,
sınavlarını geçti, ve bir tımarhanede laboratuvar
asistanı oldu. Arkadaşlığımız bugünlere
kadar sürdü. Onun bu 60- 65 yılda gönderdiği
yaklaşık 3,000 mektupla dolu 5 dosyam var.
İLK OĞUL: Wolfrang, bir bilimadamıydı.
Buradaki çiftliği devralması gerekiyordu ama o bir çiftçi
olmak istemedi. 2. Dünya savaşı sırasında, ,
Moskovanın güneyinde, ön hatta ,cephe gözlemcisiydi. Sakin
bir zamanda, silahlarını temizliyorlardı. Üretim hatası
olan makineli tüfeği vardı. Güvenliği kapalıyken
bile ateşlenebilirdi. Tüfeğini temizlerken, içinde kurşun
bırakmıştı, ve silah ateş aldı. Kurşun,
kafasının bir tarafından girip öbür tarafından
çıkmıştı. 3 ay boyunca yaşam mücadelesi
verdi. Leipzigdeki doktor, onu yaşarken görebilmek için
gelmemizi istedi. Biz gittik, fakat oraya ulaştığımızda,
ölmüştü. Beynini parçalamışlar ve oradaki cam bir
kavanozun içine koymuşlardı. Tarih 6 Haziran 1942 idi.
İKİNCİ OĞUL: Ernst için büyük
umutlarımız vardı. En yetenekli ve iyi huylu olanlarıydı.
Onu gelip Sondhofendaki Adolf Hitlerin okuluna götürdüler.
Ve, tabii ki o günlerde, bunu yapmak zorundaydınız
ben
bir memurdum, hayır diyemezdim. Aktif göreve çağırılana
kadar orada kaldı. 1944te Stettin köprü başını
Rus saldırısından korumaya
yardım ediyordu..Bir tankla öne gitmek için gönüllü
oldu. Köprübaşını bir süreliğine savunmayı
başarabildiler, fakat sonra onlara Stalinin organları
yla( roketler ) saldırdılar. Başından vurulmuştu.
Başında çelik kaskının neden olmadığını
hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama , başına kaskı
koymamıştı ve işte onu vurmuşlardı. Tüm
araştırmalarıma rağmen, onu nereye gömdüklerini
hiçbir zaman bulamadım. Ruslar, buz kadar soğuk insanlardı,
ve hepsini toplu mezarlara gömüyorlardı. Kimi gömdüklerine
dair herhangi bir belgeleme yapmıyorlardı , ve ben hala
mezarının nerede olduğunu bilmiyorum.
ÜÇÜNCÜ OĞUL: Fritz, bugün bir mühendis, Siemensin mühendislik departmanında çalışıyor. Savaş sırasında yaralanmıştı.Evlendi ve 3 çocuğu oldu. İlk karısını kaybetti sonra yeniden evlendi. KIZI: Kızım Karina, dolap yapımında
çok usta biriyle evlendi ve birlikte, şimdi de gayet güzel iş
yapan bir market açtılar. Ekonomik olarak durumları iyi
fakat benim görüşüme göre, bütün zor işler yüzünden
, kızım kendine ayıracak zaman bulamıyor, kitap
okumaya bile vakti olmuyor. İki de çocuğu var ve durumları
da iyi.
DÖRDÜNCÜ OĞUL: Kurt , en iyisini yapı.
Savaşa gitmedi. 1936da doğmuştu ve lise diplomasını
Nurembergde almıştı. Matematik ve spor okudu , yakın
bir zamanda Münih lisesinde müdür oldu. KENDİ GEÇMİŞİ: Çalışıp
öğretmen olabildiğim için gerçekten çok minnettarım.
Şimdi bu ilerlemiş yaşımda, sigortam var ve yaşamımdaki
birçok probleme karşın, şimdi kaderim hakkında
şikayet edecek bir sebebim de
yok. KENDİ SAVAŞI: 2. Dünya Savaşı
sırasında, Hava Kuvvetlerinde askerdim . ( 1. Dünya savaşında
asker ve pilottu ). Ön
cepheler için gönüllü olmuştum. 2.000 uçağın yakıtını
sağlamak zorundaydım ve hergün sabah saat 3ten 4e
kadar telefonda çalışıyordum. Bunlar,
Stalingarddaki geri çekilme sırasındaydı ve kısa
zamanda yakıt sıkıntısı çekmeye başlamıştık.
Gelen felaketi görebiliyorduk. Bu en korkunç şeydi. ( Ağlamaya
başlar) Ayrıntıları hatırlamak istemiyorum.
YAHUDİLER HAKKINDA: Çok Yahudi tanımıyordum. Bir tanesini babamın dükkanından tanırdım. Yahudinin biri babama un satmıştı ve un, kumla karışıktı. Müşterilerimiz bize gelip Ne biçim bir ekmek satıyorsun? Isırdığımızda, ağzımıza kum geliyor! deyince babam Yahudiyi dükkanından kovmuştu. Fakat sonra, bunun tam aksi bir olay yaşadım. 1. Dünya Savaşı sırasında, - tarih 11 Kasım 1914 tü- birliğimiz Belçika Lillein güneydoğusunda çıkartma yapıyordu. Bir tepeden aşağı fırtına gibi koşuyorduk ve birdenbire bir bombardımanın ortasında bulduk kendimizi . Birinci bölüğün tümü yere yapışmıştı. Neredeyse bombardıman bizleri ele geçiriyordu ki , birdenbire Ottenrıfer adında , ikinci kumandan olan bir Yahudi ayağa kalkıp bağırmaya başladı: Herkes emirlerime uysun! Hazırlanın ve hemen ayağa kalkın. Haydi gidelim Ve tüm birlik , birinci bölükten dördüncüsüne kadar, yaklaşık 150 kişi, güven içinde onu takip etti. Ve o da bir Yahudi idi HİTLER HAKKINDA: Açık ve dürüst olmak gerekirse, onu her zaman bir dahi olarak nitelendirdim. Dünya görüşü açısındansa, onun henüz olgunlaşmadığını düşünürdüm. Biz Almanlar büyük bir hata yaptık. Biz bu adamı , biraz dünya politikası hakkında bilgilenmesi ve tecrübelenmesi için ,birkaç seneliğine Amerikaya veya Uzak Doğuya göndermedik. Eğer öyle yapsaydık, farklı bir politikayla karşımıza çıkardı. Bu hatamızın ağır sonuçlarına uzun süre katlanmaya çalışıtık
KENDİ GELECEĞİ : Ben kötümser
bir insan değilimdir ve liderlerimizin zekasına da güvenirim.
Onlar da barışçıl olmanın
hayatın gerekliliklerinden biri olduğunu
anladılar.
|