![](http://www.sevivon.com/images/stories/holokost/genel_bir_bakis/trenler1.jpg)
|
Nihai
Çözüm, toplu nakliyatları gerçekleşmesini sağlayan
trenler ve demiryolları olmasaydı gerçekleşemezdi.
İnsanlar yalanlarla yatıştırılmaya çalışılıyordu.
Kendilerine, farklı yerlere gidecekleri, daha iyi şartlara
kavuşacakları, çalışma kamplarına
gidecekleri söyleniyordu. |
Bir
Görgü Tanığı ifadesi:
Trende
Yaklaşık
10,000 kişi, kireçle kaplanmış sığır
vagonlarına, Auschwitze yollanmak için doldurulmuştu.
Yakıcı sıcak ve kireçin zehirli kokusu , oraya
vardıklarında sadece 400 kişinin hayatta kalmasına
neden olacaktı
..Ve geri kalanlar da Tarnow cemaatinin gaz odalarında
ölecek bölümüydü. ..
Annesinin
beyaz paltosuna yapışmış küçük oğlanı
köşeye sıkıştırmışlardı.
SS subayları yaklaşırken kadının
suratı, paltosuyla karşılaştırılamayacak
kadar bembeyaz kesildi.
Onu
yakaladık! diye bağırdı subay.
Subayın şişman, kırmızı yüzü
gururla parlıyordu. Onları yakaladık Herr
Hauptsscharfuhrer, hem anneyi, hem de çocuğu! İkisini
de patronuna teslim etmenin kıvancı içindeydi.
Alman
kahraman, savaşı kazanmıştı. 3.
Reichın en tehlikeli düşmanlarını ele
geçirmişti, çaresiz bir anneyle, masum bir çocuğu!
Zafer duygularıyla, zavallı kadını arabanın
yanına getirdi ve yere yığdı .
Kapı
hızla kapanmıştı ve biz yeniden karanlıklar
içinde kalmıştık. Kimse konuşmuyordu.
Sessizlik fırtınadan önceki gibi korkutucuydu.
Sonra da kaçınılmaz olay gerçekleşti. İki
el atış atıldı: Biri kaçak için,
diğeri de 11 yaşındaki yandaşı
için..
Şimdi
bile, kötünün zaferine şahit olmuş biri olarak,
bu işkence görmüş, çaresiz, parçalanmış
fakat çok değerli insanlardan biri olmanın gururunu
hissettim .
***
![](http://www.sevivon.com/images/stories/holokost/genel_bir_bakis/trenler2.jpg)
|
Ulaşım
çoğunlukla sığır vagonlarıyla sağlanıyordu.
Bazı zamanlar, bu vagonların tabanı , içindeki
insanların ayaklarını yakan bir kireç tabakasıyla
kaplı olurdu. Su yoktu. Yiyecek yoktu. Tuvalet veya havalandırma yoktu.Bazı arabalarda 150
kişi sıkıştırılmıştı.
Havanın soğuk, sıcak, dondurucu veya kaynar
olması hiç önemli değildi. Normal bir yolculuk
yaklaşık 4, 5 gün sürüyordu.
|
Bir
Anı:
Çalışma
Kampına Varış
Polislerden biri 20 km. uzaklıktaki Chortkow kasabasına
doğru gittiğimizi söylediği halde nedenini
belitmedi. Tam olarak nereye gittiğimizi de söylemeyecekti.
Tüm
yol boyunca, insanlar kaçmayı denedi. Her biri yakalanıyor
ve Ukraynalı polisler tarafından feci şekilde dövülüyorlardı.
Bizi sabah saat
9da toplamışlardı, Chortkowa vardığımızda
ise akşam olmuştu. Bütün günü, aç olarak , hiç
mola vermeyerek ve karda yürüyerek geçirmiştik. Herkes
yorgunluktan bitkindi.
|
![](http://www.sevivon.com/images/stories/holokost/genel_bir_bakis/trenler3.jpg) |
Sonra
bizi hapise götürdüler. Orada bir sıra SS subayı
ve Ukraynalı polisin önünden geçmek zorundaydık,
herbiri elinde bir sopayla herhangi bir Yahudinin kafasına
vurmak için sabırsızlıkla bekliyordu.
Neredeyse 80 kişi kadardılar ve bir Yahudinin 80 kişilik
bir sıradan dövülerek geçebilmesi epey uzun zaman alıyordu.
Şans eseri, kafadan değil de boyundan veya sırtından
sopa yiyenler , geri gidip o askere doğru vurması
için ikinci bir şans vermek zorundaydı.
Herkes
gibi, ben de yüzümü ve başımı daha az darbe
almaları için korumaya çalışıyordum
fakat bunu da dikkatli yapmak zorundaydım. Eğer bir
kişi bile başımı tamamen ıskalarsa
geri gidip , tekrar dövülmek zorunda kalabilirdim.
Tekniğim, hiç bir fark yaratmıyordu Hücreme
sokulduğumda her
tarafım morarmıştı ve kanlar içindeydi.
Acaba Almanlar bizi öldürmek mi istemişlerdi , yoksa
sadece eğleniyorlar mıydı?
Bu
olaydan sonra, 60 kişiyle dolu küçücük bir hücreye tıkılmıştım.
Oturacak, uzanacak hiç bir yer yoktu. Sıkışık
bir şekilde, her tarafımızdan kanlar akarken ,
aç susuz ,ve ağrılar içinde ayakta durmak
zorundaydık. Herkes, hapisanede 500 kişi olduğunu
ve her hücrenin de en az bizimkisi kadar sıkışık
olduğunun söylüyordu.
Bütün
gece boyunca, bu şekilde ayakta durmak zorunda kaldık.
Sabah olunca bizleri dışarı çıkartacaklarından
ve biraz yiyecek vereceklerinden emindik. Fakat yanılıyorduk.
Sabah, hiçbirşey değişmedi. İkinci gün
boyunca, hatta gece de aynen ayakta ve sıkışık
biçimde kaldık . 3.
günde, Almanların asıl amacını bizleri
öldürmek olduğunu konuşuyoırduk. Ya açlıktan,
ya oksijensizlikten, hepimiz ölüp gidecektik.
Birçok
insan, ölmeden önce söylenmesi gereken Şema Yisrael
duasını mırıldanmaya başlamıştı.
Tam o sırada Almanlar kapıları açtılar ve
bizi hücrelerden dışarı çıkarttılar.
Herkes, vucudunu oynatmaya ve derin nefes almaya çalışıyordu.
. İnanılmaz aç ve susuz olmamıza karşın
, sıkışıklıktan ve baskıdan
kurtulmanın sevinci ve rahatlığı içindeydik.
Sonra, Alman askerlerinden biri, yemek masasından sokak köpeklerine
yiyecek atarmış gibi bizlere ekmek parçaları fırlatmaya
başladı. İnsanlar, hayvanlar gibi ekmeklere
saldırıyordu ve başkası onu kapamadan ağızlarına
tıkıştırıyorlardı. Bir küveti
suyla doldurmuşlardı ve hepimiz inekler gibi oradan
su içtik. Su içmeye tam başlamışken, bir
asker gelip bizi dövmeye başladı: Haydi , haydi
ierleyin ! . 3 günlük dayanılmaz susuzluktan sonra
sadece bir yudum su içmemize izin vermişlerdi , sonra da
dayak başlamıştı. O küvetin ve su içmek
için çevresine eğilen
insanların görüntüsünü aklımdan hiç
silinmeyecek .
Hapishaneden
1 kilometre uzaklıktaki tren yoluna bizleri koşturdular.
Yol boyunca, Alman askerleri ellerindeki sopalarla istedikleri
herşeyi yapabiliyorlardı. Her an, birisi, boynuna
yiyeceği bir sopayla veya karnına yiyeceği bir
tekmeyle yere yığılabilirdi. Bu yüzden o zayıf
halimize rağmen, koşabildiğimiz kadar hızlı
koşmaya çalışıyorduk. Tren istasyonuna
vardığımızda, tren yolunda sığır
vagonlarını gördük. Kapılara giden hiçbir
merdiven veya rampa yoktu, bu nedenle SS askerleri öndeki
insanları ,merdiven oluşturmaları ve diğer
insanların onların üstüne basarak trene
binebilmeleri içn. Yere eğilin, yere eğilin diyerek dövüyorlardı
.
İnsandan
merdiven yapıldığı zaman, Alman askerler,
geri kalanları trene binmeleri için dövmeye başladılar.
O kadar şidderli dövüyolar ve o kadar fazla bağırıyorlardı
ki, boyun eğmekten başka şansımız
yoktu. Acı içinde, kardeşlerimizin sıtlarına
basıp, içeri girmeye uğraşıyorduk. Aşağıdaki
insanların yakınmalarıyla inlemelerini, SS
askerlerinin bağırışları ve kamçılarının
sesi bastırıyordu.
Sığır
vagonlarının doldurulması epey uzun zaman aldı.
Hücrede olduğu gibi çok sıkışmıştık.
Her bir arabada yaklaşık 120 kişiydik. Hücreden
tek iyi yanı, 2 kişinin dönüşümlü olarak
yere oturup dinlenebileceği kadar yerin olmasıydı.
Almanlar,
yeterince insanın vagonlara doldurulduğuna inanınca,
içeri birkaç ekmek attılar ve kapıları kapadılar.
Bizi dışarıdan kitlediklerini duyduk. O
zamanlar, benim kasabamda, Auschwitz veya Majdanek ölüm
kampları hakkında birşey duymamıştık,
Son Çözüm ün ne olduğunu da bilmiyorduk. Bildiğimiz,
Almanların Yahudileri iş hayvanı olarak
kullanmak istemeleriydi. . Katliam planlarından
habersizdik.
Bir
parça ekmek kapabilenler, hemen yemeye çalıştılar,
diğerlerimiz sırtlarımızı dönerek boş
midelerimizi düşünmemeye çalıştık.
Yemeksiz üç gün geçirmiştik zaten.
O
sığır vagonlarında saatlerce oturduk. Dışarıdaki
soğuk Mart rüzgarına rağmen, içerisi hemen
ısınıyordu ve havasızlık herkesi
tehdit ediyordu. Duvarların yanında duran şanşlı
kişiler, çatlaklardan sızan temiz havayı içlerine
çekebilmek için çabalıyorlardı. Daha sonra sırayla
herkes daha iyi nefes alabilmek için kenarlara gitti.
En
sonunda, tren ilerlemeye başladı. Kapılar
tekrar açılana kadar, çok kötü koşullarda üç gün
boyunca yolculuk yaptık. Chorostkowdan 50 kilometre
uzaklıkta, Tarnopol yakınlaındaki Kamionka çalışma
kampına getirilmiştik. Normalde, Chorostkowdan
Kamionkaya gidiş 3 saat sürerdi ,fakat Almanlar bize
daha fazla işkence yapmak için treni küçük
büyük birsürü istasyondan geçirmişler ve
arada uzun molalar vermişlerdi. Almanlar ; yiyeceksiz,
susuz, nereye gideceğimizi bilmeyerek ve bastığımız
yer dışında hiç bir boşluk bulamayarak
yaptığımız bu 3 günlük yolculuğu ,
ruhumuzun direncini kırmak için yapmışlardı.
Hitlerin ( ve tarih boyunca ortaya çıkmış tüm
Amaleklerin ) haykırdığı gibi, bizlere
insan ırkına ait olduğumuzu unutturmak
istiyorlardı. Yahudilerin , tıpkı pireler
gibi aşağılık bir tür olduğunu,
bizlere kabul ettirmeye uğraşıyorlardı.
Bu
deliliğin ardında neler vardı? Neden acı
çekiyorduk? Allah neredeydi? İngilizler ve Amerikalılar
neredeydi? Kendi pisliklerimizin içinde durduğumuz
halde, insan olduğumuzun farkındaydık.
Bnai adam ve Yahudi olduğumuzun farkındaydık.
Tarih boyunca bizim kanımızı isteyen, tüm vahşi
imparatorluklar, dünya üstünden silinmiş, geriye
sadece birkaç taş parçası ve tarih kitaplarındaki
hikayeler kalmıştır. En başından beri
burada olan bizlerin, yani Yahudilerin ise toprakları o
zamanlardan beri taşla dolu olmuş , kitaplarıysa
herkesce gıpta edimiş
ve kabul görmüştür. Bizler hala nesilden nesile
yaşıyoruz ve üretiyoruz.
Hala
son çözümün kötülüğünü veya biz
Yahudilerin 1/3 ünün nasıl katledildiğini
anlayamasam da , Allaha bağlı Yahudilerin dünya
sahnesinden kolay kolay dışarı atılamayacağını
biliyorum. Sayımız az olmasına karşın
bizler başrol oyuncularından biriyiz. Geçmişteki
sürgün ve katliamlardan kurtulduğumuz gibi, bu son
yokedilişten sonra da ayaktayız!
Dayanılmaz
3 günün sonunda, sığır vagonlarının
kapıları açılmıştı. Bizler
ışık seli, temiz hava ve
emirler yağdıran sağır edici bir gürültüyle
karşılanmıştık.
Almanlar
,Los scnell! Los schnell !diye bağırıyorlardı.
Çabuk olun, çabık olun! Bir yandanda bizlere
sopalarla ve tüfeklerle
vuruyorlardı. Merdiven veya rampa olmadığından,
trenden 1- 1,5 metre yukarıdan atlayarak çıkıyorduk.
Hemen yanımızda bekleyen Alman askerlerinin
tekmelerinden kurtulmak için de çarçabuk ayağa
kalkmaya çabalıyorduk. Açlıktan ölüyorduk,
susuzduk ve çok zayıf düşmüştk. Yine de ,
vagonlar boşaldıklarında, çalışma
kampına doğru 2 kilometre boyunca koşturulduk.
Bazı kişiler, korkudan , bazıları ise
rahatlamadan dolayı ağlıyordu. Kendimizi o
kadar kaptırmıştık ki , manzarayı
farketmemiştik bile. Kampa ulaştığımızda,
tüm grup sessizliğe büründü. Bakıp , dikkatlice
dinledik. Tüm alan , inanılmaz sessizdi. Karşımızda
duran kampa ölüm sessizliği hakimdi. Ve, yazın mısır
ve buğdayla dolu tarlalar, gri ve cansız bir şekilde
gözlerimizin önünde duruyordu.
Çarpıcı
Bir Yorum:
Iki
Kova
Yahudiler,
belli bir programa göre, her gün Auschwitze gönderiliyorlardı.
Getoların sevkiyat yerinden programa uyularak ayrılıyorlardı.
Kondüktör işareti verirdi: Herkes binsin!.
Fenerlerle de son uyarılar tamamlanırdı . Alman
ve Macar askerler, isteksiz yolcuları, son bir grup
anneyi kompartmanların içine itiyorlardı. Makinist,
treni çalıştırdı ve tren Auschwitze doğru
yola çıktı. Tam programda yazılı
zamanda..
Her
bir kompartmanda 80 Yahudi
bulunuyordu. Eichmann, Almanların , daha çok çocuk
olduğu zaman ,bu konuda daha başarılı
olabileceklerini söylemişti.
O zaman bir kompartmana 120 kişi bile sığdırabilirlerdi!
80 sayısı , Almanların verimini hiç yansıtamıyordu.
80
Yahudi de, Aschhwitze kadar, ayakta ve elleri havada gitmek
zorundaydılar, böylece en fazla sayıda yolcuya yer
açılabiliyordu.
Her
bir kompartmanda iki kova bulunurdu. Birinde su vardı. Diğeri
ise, mümkünse, ayaklarla itile itile tuvalet olarak kullanılıdı.
Burada
su ve tuvalet kovalarının işi neydi merak
ederdim. Birbirlerine yapışmış , ölüme
doğru yolculuk eden
80 umutsuz adam, kadın ve çocuk için neden bir
su ve bir de tuvalet kovası bulunuyordu? Bir su kovası
ve bir de tuvalet kovası bu insanların zavallılığına
çare olamazdı. Bu kadar sıkışıkken ,
onları nasıl kullanabilirlerdi ki? Tuvaletlerini üstlerine
yapmak zorundaydılar. Gaz odalarına ulaşana
kadar, susuzluktan yanmaya devam etmeleri gerekiyordu. Fakat
kovalar oradaydılar.
Bu
iki kovayı da küçük anılar olarak görürüm.
Neyin anıları ? Bu soruma sertçe yanıt
veririm: İnsanlık, tamamen terkedilemez. İnsanlık,
ısrarcıdır. O , kötü kokulu, Yahudi dou kompartmanların içine bile sızar. O iki kova,
yaralı bir şeyin ardında bıraktığı
ize benziyordu- Almanların insanlık anlayışı
henüz tam anlamıyla ölü değildi.
***
Bazı
zamanlar Almanların yeterli sayıda Yahudiyi kamplara
götürecek sayıda vagonu olmazdı . Böyle zamalar
kurbanlar, 2,5 gün boyunca ayakta durmak zorunda kalacakları
vagonlara sıkıştırılırdı.
Savaşın
en uzun yolculuğu , Corfudan başlayan ve 18 gün
süren yoldu. Tren kampa ulaşıp da kapılarını
açınca, zaten herkes ölmüş olurdu. |