Yazdır

Sahip olmadığın meziyetlere sahip olduğunu iddia etme

Senelerdir anlatılagelen bir Yahudi fıkrasına kulak verelim:

Yom Kipur'da bir sinagogda hazan tam duaya başlamak üzereyken birdenbire titremeye başlamış. Sefer Tora'ların bulunduğu Aron Akodeş'in önüne koşarak Tanrı'ya yakarmaya başlamış: "Tanrım, ben bu topluluğa dualarında yol göstermeye layık değilim. Ben toz ve külden başka neyim ki?"

Hazan'ın sözlerinden çok etkilenen haham da aynı şekilde Aron Akodeş'e yaklaşarak Tanrı'ya çağrıda bulunmuş: "Ben Senin gözlerinde bir hiçim. Şimdiye kadar değerli sayılacak ne yaptım ki?"

Bunu gören sinagogun şamması da yerinde duramamış ve o da Aron Akodeş'in önünde Tanrı'ya seslenmiş: "Tanrım, ben değersiz bir insanım, sefil bir günahkarım, ben bir hiçim."

Şammasın sözlerini duyan haham, hazanın omuzuna dokunarak kulağına şöyle fısıldamış: "Baksana, kimler kendini 'bir hiç' zannediyormuş!"

Her birimiz başkalarının hakkımızda iyi şeyler düşünmesini isteriz. Ancak başkalarının hakkımızda neler düşüneceği konusundaki endişemiz, bizi gerçekten olmak istediğimiz kişi olmaktan alıkoyar. Bu, sadece etik konularda değil, hayatın her alanında geçerlidir. Çevresinin çok zengin bildiği bir adam varmış. Çok geniş bir arazide San Fransisco'nun en pahalı semtlerinin birinde kocaman bir evde oturuyor, Rolls-Royce kullanıyormuş. Aynı zamanda yüzlerce işçisi olan bir şirketin de sahibiymiş.

Hayatının sonuna doğru adam bir gün kızını yemeğe davet etmiş ve ona ve erkek kardeşine bırakacağı küçük miras yüzünden ondan özür dilemiş. Durumu ona şöyle anlatmış: Komşularını etkilemek için öyle gösterişli bir hayat yaşamak zorunda kalmıştı ki, milıonlarca dolarlık serveti bitip tükenmişti.

Başkalarını onun zengin olduğuna inandırmak için bu adam, aşırı para harcayarak olması gerekenden çok daha az zengin olmuştu.

Yukardaki fıkradaki haham ve hazan, alçakgönüllü olmanın çok önemli bir meziyet olduğuna inanmışlardır. Ancak onlar için önemli olan, başkalarının onları alçakgönüllü olarak görmesidir. Bu endişeleri yüzünden de bu önemli niteliklerini kaybederler.

Rav Nissen Telushkin tanıdığı çok saygın bir adamdan bahsederdi. Ait olduğu cemaatte ileri gelenlerden biri olduğu için geleneklere göre, sinagogun ön tarafındaki bir koltukta oturmaya hak kazanmıştı. Ancak adam sinagoga geldiğinde arka sıralarda daha mütevazı bir iskemlede oturmayı tercih ederdi. Ancak adamın gözleri devamlı olarak etrafını tarardı. Diğer kişilerin onun ne kadar alçakgönüllü davrandığını farkedip farketmediğini anlamaya çalışırdı.

Rav Telushkin dayanamayıp adama şöyle demişti: "Sinagogun ön tarafında otur ve arka sıralarda oturduğunu hayal et. Bu, arkada oturup önde oturman gerektiğini düşünmekten daha iyidir."

Sahip olduğunuz bir meziyeti başkalarının farketmesini çok istiyorsanız, herhalde o meziyete gerçekte sahip değilsiniz. Önemli olan, bu meziyete sahip olup olmadığınız konusunda başkalarının değil, Tanrı'nın ne düşündüğüdür.

Rav Israel Salanter sinagogda verdiği vaizde cemaate zaaflarını anlatmakta, kendilerini geliştirmeleri için onları teşvik etmekteydi: "Benim de benzer zaaflarım vardır. Ben bu sözleri yüksek sesle kendim için de söylüyorum aslında. Ve bu kendime söylediklerim işinize yarıyorsa, lütfen yararlanın." ***