Yazdır

Bir haham bir toplantıda İsviçreli bir kadınla tanışmıştı. Kadın, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında ahlak açısından herhangi bir fark olmadığı konusunda hahamı ikna etmeye çalışıyordu.

O zamanlar SSCB sadece totaliter bir diktatörlük değil, aynı zamanda, uluslararası terörizmi himaye eden yabancı hükümetleri destekleyen, Afgan halkına karşı acımasız bir savaş yürüten ve Yahudi vatandaşlarını baskı altında tutan antisemit bir rejimdi. Diğer taraftan kadınla konuştukça haham, bu kişinin geleneklerine bağlı bir Yahudi olduğunu anlamaya başlamıştı.

Haham şöyle düşünüyordu; bu kadın, Mişna'nın "budala dindar" olarak tanımladığı kişilik tipine çok iyi bir örnekti. Yahudi metinlerinde bu tip insan örneklerine çok rastlanır: "Biri boğulurken dualarına ara vermeyi reddedenler veya boğulmakta olan bir kadın gördüğünde onu kurtarırken vücuduna dokunmanın doğru olmayacağını düşünenler..." gibi.

Rav Benjamin Blech şöyle yazar: "Tanrı'ya dua etme bahanesiyle bir insanın boğulmasına izin vermek tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Diğer yandan, oruç tutması sağlığı açısından sakıncalı olan birinin Yom Kipur'da oruç tutması (Yahudi gelenekleri bu tip davranışları, insanın anlamsız bir şekilde kendine zarar vermesi olarak tanımlar) "budala dindarlığa" diğer bir örnektir.

Aynı şekilde, hahamın toplantıda tanıştığı kadının bir taraftan (dindar olduğu için) ekmek yemeden önce Tanrı'yı kutsaması, diğer taraftan Sovyet zulmünün kurbanlarına karşı (fikren de olsa) acımasız davranması, onu "budala dindar" veya "hasid şote" sınıfına dahil ediyordu.

Tanrı bizden acılara karşı sırtımızı dönmemizi değil, acıları dindirmek için elimizden geldiği kadar çaba göstermemizi istemekte, kötülüklere karşı savaşmayı, onları görmezlikten gelmemeyi buyurmaktadır. Buna rağmen Yahudiler de, başka dinlere mensup insanlar da, bu gerçeği gözardı etmektedir.

1982'de Sovyetler Birliği hala, Başkan Reagan'ın meşhur (ve gerçek) tanımlaması ile bir "şer imparatorluğu" iken ve birçok kişi dinlerine bağlı oldukları için hala Sovyet tutuklama kamplarında çürürken, Muhterem Billı Graham Rus kiliselerini ziyaret ettiğinde, oradaki cemaate şöyle hitap etmişti: "Tanrı size daha sadık vatandaşlar ve daha iyi birer çalışan olmanız için gereken gücü vermiştir; zira İncil'in Romalılar 13 bab'ında yetkililere itaat etmemiz buyurulmaktadır." Graham'a göre bir ülkenin başında olan hükümetin, kötü de olsa, vatandaşlarından sadakat ve iş talep etmeye hakkı vardır. Diğer taraftan Tanrı'nın da, kişilerin inançlı olmasını ve O'na dua etmelerini talep etmeye hakkı vardır.

Tanrı için önemli olan nedir? O'na karşı davranışınız mı, sizin veya hükümetinizin insanlara karşı davranışı mı? Eğer siz, O'na karşı davranışınızın daha önemli olduğunu düşünüyorsanız, "budala dindar" sınıfına girmektesiniz. Bu davranış şeklinizin ciddi (bir taraftan totaliter bir idarenin yaptığı kötülükleri gözardı ederken, diğer taraftan dini ritüellere harfiyen uymak gibi) veya önemsiz sonuçları olabilir. Rav İsrael Salanter bizi şöyle uyarmaktadır: "Roş Aşana öncesi sabaha karşı okunan Selihot duası vecibesini yerine getirmek için işgüzar bir kişinin gece ortasında uyanması ve hazırlanırken bütün ev halkını rahatsız edecek kadar gürültü yapması sık görülen bir davranıştır... Bu kişi, kaybettiklerinin kazancından çok daha fazla olduğunun farkında bile değildir. (Yani, yatakta kalarak daha az "dindar" olmak ve insanları uykularında rahatsız etmemek daha geçerli bir davranış olurdu.)

Tanrı bizden hem dinimize bağlı, hem de iyiliksever olmamızı talep etmektedir. Diğer taraftan Yahudi ahlak anlayışı bize şunu öğretmektedir: Dine bağlılığımız iyilikseverliğimizi aştığında Tanrı'ya daha çok değil, daha az yaranmış oluruz. Evet belki dünyanın daha fazla "dinine bağlı" insana ihtiyacı vardır, ancak daha fazla "budala dindar"a ihtiyacı hiç yoktur. ***