On dokuzuncu yüzyıla ait bir öykü:

Doğu Avrupa ülkelerinin birinde yaşayan iki Rav yolculuklarına ara vererek, yemek yemek ve dinlenmek için dindar bir dulun işlettiği bir hana uğramış. Yemek sırasında Rav'lardan biri, çenesi biraz düşük olan kadınla uzun bir sohbete dalarken, diğeri ise sessizce oturmuş, yemeğini bitirdikten sonra ise din kitabını incelemeye koyulmuş.

Yemeklerini bitirip handan ayrılmak üzere masadan kalktıklarında dul kadın onlardan yemeğin parasını almayı reddetmiş. Hanın dışına çıktıklarında daha konuşkan olan Rav arkadaşına dönerek, "bence sen bu kadına bir yemek parası borçlusun," demiş.

Arkadaşı ona şaşkınlıkla bakmış: "Bizden para almak istemeyen kendisi değil miydiş"

"O bizden para istemiyordu. İstediği tek şey, onu dinleyip onunla sohbet etmemizdi," diye karşılık vermiş birinci Rav, "sen ise bunu yapmadın."

Ev sahipleri kadar misafirlerin de bazı yükümlülükleri vardır. Örneğin Yahudi geleneği, yemekten sonra okunan "Birkat Hamazon" duası esnasında ev sahibinin kutsanması gerektiğini öğretir. Yukarıdaki öyküde de görüldüğü gibi konuklar, ev sahibine karşı saygılı ve nazik davranmalı, sohbetleri ile ona keyif vermelidir. Sunulan ikramlarla ilgili olarak konuklar, şükran duygularını ifade etmeli, hoşsohbet olmak için çaba sarfetmelidir (yani masada sessiz bir şekilde oturup kendi düşüncelerine kapılmamalıdır). Bunun dışında, her anne babanın da çok iyi bildiği gibi, ailedeki çocuklar hakkında övgü dolu sözler söyleyen bir konuk, aileye büyük neşe getirir.

Yahudi yasaları konuklarla ilgili olarak belki de şaşırtıcı gelebilecek ek bir yükümlülük daha getirmektedir. Eğer konuk gerçekten de olağanüstü bir şekilde ağırlanmışsa, ev sahibini başkalarının yanında övmemelidir. Zira bu tür övgüler başkalarının da aileye baskın halinde ziyarete gelmesine ve ailenin cömertliğinden istifade etmelerine sebep olacaktır.

Her şeyden daha önemlisi, ev sahibinizle sohbet etmeyi ihmal etmeyin. Ve eğer konuşma ihtiyacı varsa, söyleyeceklerine kulak verip onu muhakkak dinleyin. ***