Nafi

Çok satanlar listesine giren kitabı The Sunflower’da (Ayçiçeği), Simon Wiesenthal toplama kampındayken ölmekte olan bir Nazi askerinin yatağının başına getirilmesini aktarır. Asker, Wiesental’a döner, tüm suçlarını, Yahudi halkına karşı işlediği korkunç günahlarını itiraf eder. Sonra, Wiesenthal’ın tüm Yahudi kurbanların bir temsilcisi görevini üstlenmesini ister ve kendisini affetmesi için ona yalvarır. Wiesental, askerin bu son isteğini yerine getiremeyeceğini çünkü bazı suçların affedilemeyecek kadar gaddar ve acımasızca işlendiklerini belirtir. Wiesenthal, yaşamının geri kalan kısmında, askerin bu isteğinden ve kendi verdiği karşılıktan dolayı yoğun ıstırap duyduğunu anlatır.

Bu akşam, Yaradanımızı yüzüstü bıraktığımız ve O’nu hayal kırıklığına uğrattığımız için kendi affımızı talep ederken, dünyada gerçekten affedilemeyecek şeyler var mıdır, diye sormamız gerekiyor. Veya samimi, hakiki, pişmanlık dolu bir af talebi kabul edilmeli midir? 

Af yalnızca suçu işleyene mi bahşedilir, yoksa suçun kurbanına da bir şey katar mı?

 כל המעביר על מידותיו, מעבירין לא כל פשעיו  (Kim affederse, Tanrı da onu affeder) Çoğumuz muhasebeciyiz, eğitimimizden veya işimizden dolayı değil, günlük uygulamalarımızdan dolayı. Sürekli başkalarıyla olan ilişkilerimizin muhasebesini tutarız. “Biz onları 3 kere yemeğe davet ettik, onlar ise bizi yalnızca bir kere çağırdılar.” Veya “Bar mitsva’ya gelmelerine rağmen onlar oğluma bir hediye bile almadılar, ben de onların oğullarına bar mitsva hediyesi almayacağım.” Veya “Ben onu öğlen yemeğe çıkmak için arıyorum, çağırıyorum, o beni bir kere bile aramadı, bu durumda dostluğumuz burada biter.” Veya “İnanır mısın, Kal’da yanıma kadar geldi ve benim varlığımı yok sayarak yanımdaki ile el sıkıştı… Artık bitti, onu kitabımdan sildim.”

Aile ile muhasebe ise genelde şöyle olur: “Onu doğum gününde her zaman arıyorum, ama o bu sene beni aramadı bu yüzden ona çok kızgınım.” “Beni düğünde istediğim arkadaşlarımla değil de şu kuzenlerimle oturttuklarına inanamıyorum.” “Üç yıl önce evlilik yıldönümümüz için onlardan bir tebrik kartı almadık o yüzden artık biz de onlara herhangi bir kutlama kartı göndermiyoruz.”

כל המעביר על מידותיו, מעבירין לא כל פשעיו  Bu cümle ile Talmud, ilahi mahkeme tarafından affedilmemizin gizli bilgeliğini bize aktarır. Gemara der ki, sana en büyük segulayı -ilahi hoşgörüyü elde etmek için yapabileceğin en büyük şeyi öğreteceğim. (Segula’nın kelime anlamı "tedavi" veya "koruma"dır. Kabalistik ve Talmudik geleneklerde koruyucu veya iyiliksever bir tılsım veya ritüel anlamında kullanılır.) Biz insanlara kendi hayatlarımızda hangi tavır ve felsefe içinde yaklaşıyorsak, Tanrı da bize aynı şekilde yaklaşır. Bizi bir ayna ile yargılar. Eğer biz hoşgörü göstermiyor, her şeyin hesabını tutuyor ve etrafımızdakileri affetmiyorsak, O da hoşgörüsüz, hesaplarında titiz ve affetmez olur. Eğer bunun yerine biz insanların bize karşı saygısızlıklarını, hakaretlerini ve ayıplarını affeder, önemsemez ve yok sayarsak, Tanrı da ona karşı yaptığımız saygısızlıkları ve ayıpları affeder ve yok sayar. Bizler, Tanrı’nın bize nasıl bakacağını belirleme ve etkileme yeteneğine sahibiz. Tanrı temel kuralları bize bırakmıştır. Tanrı’nın bize karşı kin besleyip beslemeyeceği tümüyle bizim başkalarına karşı kin tutup tutmayacağımıza bağlıdır.

Geçimimizi sağlamak, çocuklarımızın güzel günlerini görüp bundan nahat  yani gurur duymak, sağlıklı ve uzun ömürlü olmak için en büyük segula yüce gönüllü ve bağışlayıcı bir insan olmaktır. Eğer bugün affedilmek istiyorsak, biz de affetmeye istekli olmalıyız. Ve düzenli olarak kalbimizin kırılması ve birileri tarafından küçümsenmemiz bize başkalarını affetmek için birçok olanak sunar.

Görüyorsunuz ki, sürekli muhasebe defterleri ile dolaşınca, etrafımızda bizi bilerek veya bilmeyerek inciten her şeyin ve herkesin hesabını tutunca, en çok acı çeken yine kendimiz oluyoruz. Ben affetmenin yalnızca suçu işleyeni, kabahatinden dolayı temize çıkarmak ile ilgili olmadığını düşünüyorum. Tabii ki, bu kişilerin pişmanlık duymalarını arzu ederiz. Elbette ki, özür dileyip sorumluluk almalarını bekleriz. Ve evet, basitçe “üzgünüm, özür dilerim” demelerini isteriz.

Öte yandan, bugün, Yom Kipur günü, size diyorum ki: bir affetme biçimi daha vardır. Zarar gören veya incinen kurban için de af vardır. Olumsuz duygular ve kötü anılar taşımak yorucu ve külfetlidir. Affetmek bize boş verme yetkisini ve yolumuza devam etme araçlarını sunar. Bugün, kendimiz için, boş verme zamanıdır. Öğretmenin biri, sınıfta su dolu büyük bir bardak tutuyormuş ve öğrencilerinden tuttuğu şeyin ağırlığının ne kadar olduğunu tahmin etmelerini istemiş. Biri 50 gram, bir diğeri 250 gram, bir başkası 1 kilogram demiş. Öğretmen sınıfa bakmış ve herkesin dediğinin doğru olduğunu söylemiş. “Hepimiz farklı sayılar söyledik, hepimiz nasıl doğru söylemiş olabiliriz?” diye sormuş öğrenciler. Öğretmen cevap vermiş: “Hepiniz haklısınız, çünkü hissettiğim ağırlık bu bardağı ne kadar süre tuttuğuma bağlı.”

Kin ve garez ilk oluştuğunda hafif, küçük ve önemsiz gözükür, beraberimizde taşıması kolaydır. Ama tuttuğumuz kinin süresi uzadıkça, ağırlaşır ve tutmaya devam edebilmek için daha fazla enerji harcar, çaba sarf eder ve daha fazla olumsuzluklara odaklanırız. Artık boş verme, affetme ve alacak bakiyesini bile silme zamanıdır.

Gerçekten de, yalnızca boş verebilme, yola devam etme, gergin bir ilişkinin olumsuzluğunu ve zehrini içimize almama, affeder bir kişi olma kapasitemiz olduğunda, yücelik için de potansiyelimiz var demektir. Rambam, bir Talmid Haham’ın tanımlayıcı özelliği olarak mevater, yani vazgeçebilen biri, kısacası affeden ve kin tutmayan biri olması gerektiğini söylüyor.

Şu anda, burada bir mevater olma kararı alın, kendinizi boş verebilen, unutup gidebilen bir kişiye dönüştürün. Çünkü hakkımızda hüküm verilirken size kesinlikle söyleyebilirim ki Tanrı mevaterleri sever. Haklar, onurlar, öncelikler, yetkilere kafamızı takmayalım. Alacaklarımıza ve hak ettiklerimize odaklanmayalım. Mevater olmak alçak gönüllü, sade ve affedici olmak demektir ve bu özellikleri sevdiğini Tanrı açıkça belirtmiştir.

אין העולם מתקיים אלא בשביל מי שבולם את עצמו בשעת מריבה Gemara’nın Chullin bölümü 89a sayfasında dünyanın yalnızca bir tartışma sırasında kendini tutabilen kişinin zehut’u için var olduğu anlatılır. Aolam miskayem, dünya vardır, ne demektir? Size her birimizin olam katan, minyatür birer dünya olduğunu söyleyebilirim. Dünyamız yalnızca biz kontrollü olur, tartışmalardan kaçınır ve affedici olursak var olur ve dengede kalır. Yüce gönüllü ve bağışlayıcı bir ruhunuz olsun, çünkü ruh ve akıl sağlığımızın iyi olması buna bağlı.

Simon Wiesenthal ölüm kampında veremediğini, yaşamının daha sonraki bir döneminde en uç biçimde vermiştir. 1966 yılında, Hitler’in silahlanma ve savaş üretimi bakanı olan Albert Speer, Nürnberg mahkemesinin verdiği 20 yıl hapis cezasını tamamlayınca, samimi gözüken pişmanlık sözlerini de içeren anılarını yayınladı. Buna cevaben Wiesenthal “Bu adam cezasını çekti, suçunu itiraf etti, pişmanlığını beyan etti – bundan daha fazlası kendisinden talep edilemez, bu yüzden kendisi artık kabul edilebilir biridir,” diye yazmıştı. Ölüm döşeğindeki askere bahşedemediği affı, yıllar sonra Hitler’in en yakın danışmanlarından birine bahşetti.

Sözlerimi doğaüstü bir affetme yeteneği ile ilgili bir hahamın yaşadığı bir olay ile noktalamak istiyorum. Hahama kulak verelim: Eşim Yoheved’in dedesi, tanıma onuruna eriştiğim ve kendimi yakın hissettiğim olağanüstü bir insandı. Ben daha aileye katılmadan çok önce Yoheved’in büyükannesi ve büyükbabası, annesi ve babası ile bir yaz kampına uğramışlardı. Yoheved’in dedesi benim kayınpederimle birlikte yürürlerken yaşlı bir adamın yanından geçtiler. Adam ve dede birbirlerine kafa salladılar ve sonra dede yürümeye devam etti. Kayınpederim oldukça şaşırmıştı ve babasına sordu: “Bu adam kim; onu daha önce hiç görmedim. Dede cevap verdi: “O savaştan önce benim havrutam (Talmud Tora çalışma arkadaşı) ve Macaristan’daki en iyi dostumdu.” Kayınpederim “O halde neden ona merhaba demedin, sarılmadın, biraz sohbet etmedin? Ben senin savaştan kurtulan tüm arkadaşlarını tanıyorum ama bu kişiyi ilk defa görüyorum,” dedi. Bakın Yoheved’in dedesi nasıl cevap verdi: “Toplama kamplarına gönderilmeler başlayıp her şey her gün daha kötüye giderken ben kendim, eşim ve bebeğim için vizeleri almayı başardım. Bu vizeleri kullanma zamanı henüz gelmediği için güvenli bir yerde sakladım ve sakladığım yeri yalnızca bir kişiye söyledim, havruta’ma. Gitme zamanım geldiğimde vizelerimi almaya gittim ama yerlerinde yeller esiyordu.” Bu adam kendi ailesini kurtarmak için bu vizeleri çalmıştı, Yoheved’in dedesi ise bunun sonucunda ilk eşini ve bebeğini Auschwitz’te Nazilere kurban vermişti. Kayınpederim hayretler içinde kalmıştı ve babasına nasıl bu kadar sakin kalabildiğini, nasıl bu adamı öldürmek istemeyebildiğini sordu. Eşimin dedesi cevap verdi: Başka bir zaman ve başka bir yerdi. İnsanlar ailelerini kurtarabilmek için ellerinden ne geliyorsa onları yapıyorlardı. Onunla artık samimi olmasam, onunla konuşmasam bile ne onu yargılayabilirim ne de ona kızabilirim.

Yoheved’in dedesi insanüstü bir mevater olma özelliğine, yoluna devam etme ve geride bırakma yetisine sahipti. Böyle olmamızı veya olmamız gerektiğini sizlere önermeye çalışmıyorum. Tek bildiğim, eğer o kendisine yapılanı affedebildiyse, onunkine kıyasla tümüyle sönük kalan bize yapılan yanlışları artık bizim affetmemizin zamanı gelmiştir. Yalnızca yolunuza devam edin ve artık boş verin. İleriki bir zamanda, başka bir sefer veya gelecekte değil. Kendiniz için ŞİMDİ artık bırakın gitsin, ne kadar hafifleyeceğinizi hemen hissedeceksiniz…

Yoluna devam et ve kafaya takma... Kim af ederse, Tanrı da af eder.

Rav Naftali Haleva’nın Şalom ‘daki yazısından alıntılanmıştır.