İşte o adam, Avraam, Yahudi ulusunun atası olmuştur. Aslında Avraam tek bir Tanrı olduğunu fark eden ne ilk ne de tek insandı. Fakat Yeruşalayim Aish Hatora’dan Rabi Motty Berger’in açıkça ortaya koyduğu gibi, Avraam, bu inancı alıp yaşamını bunun üzerine kuran tek kişiydi ve aynı zamanda bu inancı dünyayı değiştirecek bir arayışa dönüştürmüştü.

“Tanrı sözcüğüyle ne anlatmak istiyoruz? Yaratan, gerçek, en üst manevi güç…

Yahudilerin atası kimdir? Avraam. Neden?  

Avraam’ı farklı yapan nedir? Tek bir Tanrı olduğunu keşfetmiş olması mı? Bu pek doğru olmaz. Tora’ya göre, Avraam’dan önce de Tanrı’yı kabul eden başka insanlar vardı. Adam vardı, Noah vardı… Fakat anlamamız gereken, Avraam yalnızca tek Tanrı olduğunu bilmekle kalmadı, aynı zamanda bu düşünceyle ilgili mantıklı sonuçlar ortaya koydu.

Tek bir Tanrı olması ne demektir?

Avraam etrafına, dünyaya baktı ve düşündü. Böyle kusursuz bir düzen böyle kusursuz bir yapı ancak biri onu yarattıysa mümkün olabilirdi. Normalde böyle bir düzenle karşılaştığımızda bunu birinin yaptığını düşünürüz.

Örnek olarak masanın üzerinde yirmi kadar kitap olduğunu görüyorsunuz. Ama hepsi bir düzenle dizilmiş. En büyük olan en altta daha küçük olanlar boylarına göre sırayla onun üzerine yerleştirilmiş. Bu durumdan iki olası sonuç çıkarabiliriz. Ya birisi bu kitapları taşırken birden düşürmüş ve rastgele kitaplar bu şekilde dizilmiştir ya da birisi gelip onları boylarına göre dizmiştir. Biz düzenle kaos arasındaki farkı söyleyebiliyoruz. Hiçbir şey öylesine var olmaz. Bu bilim için de, adalet sistemi için de doğrudur. Bir kişinin bir suçtan dolayı suçlu veya masum olduğunu nasıl söylersiniz? Kanıtlara bakarsınız, değil mi? Belki de hepsi bir rastlantıdır, bütün o parmak izleri vs. Oysa biz biliyoruz ki hiçbir şey öylesine olmaz. Her şeyin bir nedeni vardır. Her etkinin bir nedeni vardır. Dolayısıyla Avraam dünyaya baktığında, dünyanın kendi kendine birdenbire var olmayacağını düşündü. Biri evreni yaratmış olmalıydı. Bir Tanrı olduğunu biliyordu.

Avraam’ın içinde yaşadığı toplumun adını biliyor musunuz?

Yaşadığı yeri, bölgenin adını? Mezopotamya. İşte Avraam Mezopotamyalıların karşısına çıktı ve dünyanın kendi kendine var olamayacağını, her şeyi bir araya getiren birinin olması gerektiğini söyledi. Sizce Mezopotamyalılar ne demişlerdir? Nasıl cevap vermişlerdir? Tabii ki dünya kendiliğinden olmadı. Bizim bir sürü tanrımız var. Onlar yaptı. Yağmur tanrısı, rüzgar tanrısı, taş tanrısı…” Fakat Avraam şöyle söyler: Bakın, fiziksel dünyada var olan her şeyin bir sınırı vardır. Fiziksel olan bir şeyin, bir atom partikülünün bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Maddeyi oluşturan bütün partiküllerin, fiziksel dünyadaki her şeyin sınırları vardır. Bugün hepimizin artık kabul ettiği fikre göre zaman ve uzay aslında aynı bütünün farklı birer boyutu. Zaman uzaydan ayrı değil yalnızca başka bir boyuttur. Sınırları olan her şeyin de zamanda ve uzayda birer başlangıcı ve sonu vardır.

Örnek olarak bir kişi düşünelim. Bu kişi zamanda belirli bir noktada doğar. Bir başka deyişle o kişi, zamanda o noktadan önce var olmamıştır, yoktur. Biliyoruz ki var olmayan şeyler kendini yaratamazlar ve buradan yola çıkarak o kişinin anne ve babası olduğunu biliyoruz. Onları tanıdığımız için değil, yalnızca öyle olması gerektiğini biliyoruz. O kişinin var olabilmesi için ondan önce birilerinin onun var olmasına neden olması gerekiyor. Eğer neden, anne ve babası değilse, o zaman tüp bebek olmalı. Var olabilmesi için mutlaka bir neden gerek. Bununla birlikte, o kişinin anne ve babasının da fiziksel varlıklar olduklarını düşünürsek, onların da bir başlangıçları var ve birilerinin de onların var olmalarına sebep olması gerek.

Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: Fiziksel varlıkların var olabilmeleri için, bütün bu sürecin başlangıcında, fiziksel olmayan, sınırları olmayan, zamanda bir başlangıcı olmayan bir varlığın olması gerekiyor.

Fiziksel varlıkların var olabilmeleri için başka bir varlığın olması gerekiyorsa o zaman, başlangıçtaki varlığın, zamanda bir başlangıcı olmamalıdır. Fiziksel olan hiçbir şeyin henüz var olmadığı o ana döndüğümüzü hayal edelim. Eğer o anda hiçbir şey olmasaydı, bugün de hiçbir şey var olamazdı. Çünkü hiçbir şey yoktan var olmaz. O zaman, başlangıçta öyle bir varlık olmalı ki, ondan önce fiziksel olan hiçbir şey olmamalıdır. Başlangıçtaki varlık, zamanın ve uzayın da dışında olmalıdır. Öyle ki O varlık, yarattığı zaman yalnızca fiziksel olan maddeyi değil aynı zamanda zamanı ve uzayı da yaratmış olmalıdır. Zaman ve uzay maddenin yaratılışıyla var olmaya başlamıştır. Aslında 20. Yüzyıldan sonra bunu daha iyi anlayabiliriz, çünkü “big bang-büyük patlama ”kavramıyla başlangıçta maddeyi ve maddeyi kontrol eden kanunları yaratan bir güç olması gerektiğini biliyoruz. Avraam bunu, daha çok sağduyusu ve düşünsel çıkarımlarıyla anlamıştır.

Başlangıçta bir Tanrı olmalıydı.

Mezopotamyalılara geri dönerek, nasıl cevap vermişlerdi? Bizim birçok tanrımız var. Avraam onlara sordu: Yağmur Tanrınızı ele alalım. Yağmur tanrınız sınırları olan bir varlık mı, yoksa sonsuz mu? Politeist uygarlıklar, hiçbir zaman aynı anda birçok Tanrıları olduğunu ve bunlardan birinin de sonsuz olduğunu iddia etmezler. Sonsuz, her şeyi kapsayan, her şeyi kontrol eden demektir. Eğer bir tanesi için sonsuz derlerse o zaman diğerleri Tanrı olmaz. Eğer bir tanesinin sonsuz kontrolü varsa diğerlerinin hiç kontrolü yoktur! Avraam tekrar sorar: Yağmur Tanrınızın gücünün sınırları var mı? Eğer yağmur Tanrınız sınırları olan bir varlıksa, sonsuz değilse, o zaman ona gücünün verildiği, zamanda bir nokta olmalıdır. O zaman, yağmur Tanrınız o noktada var olmuştur, ondan önce yoktur. O zaman onu başka bir şeyin yaratmış olması gerekir. Yağmur Tanrısını kim yarattı? Onu bulup ona tapalım. Fakat eğer onu yaratanın da sınırları varsa o zaman onu da yaratanı bulalım ve ona tapalım. Bu arada Tora’da Tanrı için kullanılan sözcükler, Eloim gibi, “güç” sözcüğünden gelmektedir. Eğer yağmur gücü sonsuz değilse onu yaratan başka bir güç olmalıdır. Aslında her şeyin temelindeki güç, sonsuz olmalıdır. Eğer böyle sonsuz bir güç,  yağmurun gücünü yarattıysa o zaman bu sonsuz güçle karşılaştırıldığında yağmurun hiç gücü yoktur! O zaman neden yağmur Tanrısına tapalım? Onu yaratana ibadet edelim, onu yaratan sonsuz güce. O sonsuz güç her şeyi kontrol etmektedir.  

Yağmur Tanrısının sonsuz olduğunu söylerseniz ve tüm güç ondaysa, o zaman yağmur gücünün, rüzgar gücü, güneş gücü gibi diğer tüm güçlerle aynı olduğunu söylemiş olursunuz. Tek bir gücün yağmur, rüzgar, güneşin ve diğer varlıkların nedeni olduğunu söylemiş olursunuz. O zaman bütün o Tanrıların hepsi birdir. Tek bir sonsuz güç kaynağı. Kulağa basit gibi geliyor. İşte Avraam’ı  Avraam yapan onun sadece Tanrı’nın varlığını bilmesi değil bununla ilgili mantık yürütmüş olmasıdır.

O zaman biraz durup düşünmeliyiz. Bu kadar basitse neden bunu bütün dünyada anlayabilen kişi Avraam olmuş?  Bugün dünyada olan diğer monoteizmler de köklerini Avraam’a dayamışlardır. Bu kadar basitse neden başkası da bunu anlayamamış? Diğer yandan eğer bu kadar komplike, anlaşılması bu kadar zorsa, neden bu gün dünyanın yarısı inançlarını aynı anlayışa dayandırmışlardır? Basit midir, yoksa karışık mı? Basitse neden başka bir uygarlık bağımsız bir şekilde bu düşünceyle ortaya çıkmamıştır? Bu kadar soyut ve anlaşılması zorsa neden başka uygarlıklar da Tanrı anlayışını bunun üzerine kurmuşlardır? Aslında aynı anda hem basit hem de karmaşık olduğunu anlamamız gerekiyor. Basit, çünkü başka bir alternatif olamayacağını biliyoruz. Bize gelip seçin, ya birçok Tanrı var ya da hiç Tanrı yok deseler, bu çok anlamsız bir teklif olurdu. Yaşamımız boyunca gördüklerimizden ikisinin de doğru olamayacağını biliyoruz. Aslında bu, Sir Isaac Newton’un bir hikayesinde çok güzel anlatılmıştır. Yerçekimi kanununu bulan Newton, bir Hıristiyan inananıydı. Bilim adamı arkadaşlarından biri ateistti. Bir gün Newton’un öğrencileri ona güneş sisteminin bir modelini yaparlar. Güneş ortadadır ve ipler, yaylar ve ipler sayesinde gezegenler de güneşin etrafında dönüyorlardır. Derken ateist olan arkadaşı gelir, bunu görür ve sorar:

“Sir Isaac, bunu nerden aldınız?”

Newton cevaplar; “ Bilemiyorum. Bir gün hamuru, ipleri, telleri falan almıştım, sonra bir baktım ordaydı.”

“Hadi canım, öyle olur mu? Nerden aldınız?”

“Gerçekten de bilmiyorum. Kendiliğinden oluvermiş işte. Ben hiçbir şey yapmadım”

“Bunun çok saçma olduğunu biliyorsunuz. Hiçbir şey öyle kendiliğinden olmaz”

Newton şöyle der:  “Umarım kulakların ağzından çıkanı duyuyordur. Bir ateist olarak sen gerçek güneş sisteminin bu komplike haliyle kendiliğinden var olabildiğini düşünebiliyorsun. Bütün galaksinin yoktan var olabildiğini söyleyebiliyorsun”

Hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığını biliyoruz. Bütün hayatımızı bu anlayış üzerine kurmuşuz. Bilimi, adalet sistemimizi, her şeyi etkilerin bir nedeni olduğu anlayışı üzerine kurmuşuz. Her etkinin bir nedeni vardır. Bu bilinecek en basit şeydir. Peki bunu komplike yapan nedir? Bunu komplike yapan insanoğlunun çaresizce bunun sonuçlarından kaçmak istemesidir. Aslında gerçeğin ne olduğundan kaçmak istemeleri çok yazık, biz de bunu açıklamaya çalışacağız. İnsanların gerçeklerden kaçmak için bir arayışı var. Victor Franklin insanlığın “anlam” için yaptıkları arayış üzerine bir kitap yazmış. Kitap, insanların nasıl her şeyin bir anlamı olup olmadığını bulmaya çalışmalarından bahsediyor. Ama belki de insanların “anlamsızlığa” olan arayışı adlı bir kitap yazılmalıdır. Çünkü, İnsanlığın diğer bir yüzü, her şeyin bir anlamı olduğu gerçeğinden kaçmaya çalışmaktadır.

İnsanlar, hayatları boyunca yaptıkları yanlışların anlamsız olmasını umut ederler, zaten hayatın da bir anlamı yoktur. Eğer hayatın bir anlamı, bir amacı varsa, o zaman onu boşa harcamak çok kötü olurdu. Dolayısıyla insan, bir yandan her şeyin bir anlamı olduğuna inanmak isterken diğer yandan anlamsızlığı aramaktadır.

Eğer doğru Tanrıya doğru sunumu yaparsanız istediğinizi alırsınız. Yağmur isterseniz yağmur, rüzgar isterseniz rüzgar. İş bittikten sonra da o Tanrılar bir daha sizin hayatta ne yaptığınızla ilgilenmez. Politeizm aslında, doğanın güçlerinin kendi yararınıza manipüle edilmesidir. Bir Tanrıya bir hizmette bulunursunuz o da size istediğinizi verir. Ama kim olduğunuzu, hayattaki amacınızı, yanlışı, doğruyu, ahlakın ne olduğunu sormaz. Toplumların mitolojilerine baktığımızda, Tanrıların onları yaratan insanlar kadar ahlaksız olabildiğini görürsünüz. Sonsuz bir varlık kavramı ve bundan çıkarılabilecek sonuçları, anlam arayan insanlar bulmak isterken, anlamsızlığı arayanlar onlardan kaçarlar. İşte bu yüzden, bugün modern toplumda bile insanlar tek Tanrı’dan söz etseler de, politeistik, pagan bir Tanrı kavramı hakimdir. Ben buna Tanrı’ya süpermen bakış açısıyla bakmak diyorum. Tanrı çok büyük bir insan veya George Burns’un “Oh God-Tanrım” adlı filminde olduğu gibi çok yaşlı, küçük bir kişidir. O filmi hatırlıyor musunuz? Etiopya’da açlık çeken insanlar yerine başka şeylerle ilgilenir. Ona sorulduğunda “ben sadece büyük resimle ilgilenirim, detaylarla değil ” der. İşte insanlar bunu duymayı çok severler. Çünkü büyük resimde “ben” aslında küçük bir detaydır ve bu da bizim sürekli Tanrı tarafından izlenmediğimiz anlamına gelir. İşte insanların asıl inanmak istedikleri budur. Dolayısıyla düşünen insan ya ateist olmalıdır ya da politeist. Böylece ya onu izleyen hiçbir Tanrı olmayacaktır ya da sınırlı güçleri olan birçok Tanrı olacaktır. Biri yağmurla diğeri rüzgarla uğraşacak ve hiçbiri benimle ilgilenmeyecektir. Eğer ona hizmet edersem benimle ilgilenir ama hiçbirinin gözü sürekli benim üzerimde olmaz.

Tanrı’nın Süpermen modeli

Modern dünyada bu, Tanrı’nın süpermen modelidir. Hepimiz Süpermen hikayesini biliyoruz. Güçleri olan bir varlık bazen ihtiyacım olduğunda gelip bana yardım eder. Jimmy Olsen’ın Süpermen saatini hatırlıyor musunuz? Ne zaman ihtiyacı olsa o saat aracılığıyla süpermeni çağırır ve Süpermen nerde olursa olsun gelir ve ona yardım ederdi. Ama en güzel kısmı, sonunda el sıkıştıktan sonra süpermenin her zaman gitmesiydi. Eğer Süpermen onu kurtardıktan sonra da sürekli Jimmy’nin etrafında dolanıp “o kız kimdi”, “niye öyle söyledin”, “niye öyle yaptın” gibi sorular sorsaydı ne kadar sıkıcı olurdu, değil mi? Varlığınızın her anında size nasıl bir insan olduğunuzu soran bir “süpermen”e inanmak hiç de komik olmazdı. İşte Tanrı’nın Süpermen modeli, ihtiyacın olduğunda sana yardım eder ama sonra da çekip gider.

Aish Hatora’dan Rabi Weinberg ilginç bir hikaye anlatır. Amerika’da bir gruba Tanrı hakkında bir konuşma yapıyormuş. Sonunda bir adam yanına gelmiş ve şöyle demiş:

“Rabi bilmeni istiyorum, söylediğin her şeye katılıyorum. Tanrı ve ben işte böyleyiz, birbirine kenetlenmiş parmaklar gibiyiz.” 

Rabi cevap vermiş, “ne kadar güzel, dindar olsalar bile böyle hisseden çok az insan biliyorum. Bunu nasıl yakalayabildin?”

“Size anlatacağım. Bir gün motosikletimle bir dağ yolunda gidiyordum. Keskin bir dönüşe geldim ve birdenbire karşıma nerdeyse yol kadar geniş bir kamyon çıktı. Ne yapacağımı şaşırdım. Ya kamyon beni ezecekti ya da yolun dışına çıkacak ve uçurumda kayaların üzerine gidecektim. Fazla bir seçeneğim yoktu bende yolun dışına çıktım, havada uçuyordum, motosikletimi sıkı sıkı tutuyordum, “artık ölü bir adamım” dedim kendi kendime, ölmem an meselesiydi. Sonra yuvarlanmaya başladım, taşlara çalılara çarpıyordum. Nasıl olduğunu anlayamadım ama düştükten sonra ayağa kalktım, üstümü başımı silkeledim. Hiçbir yerim kırılmamıştı, ufak tefek sıyrıklarım vardı ama önemli bir şeyim yoktu. Rabi size söylüyorum, hiç şüphem yok, böyle şeyler kendiliğinden olmaz. Yukarıda bir Tanrı olmalıydı ve ben bu yüzden ölmemiştim.”

Rabi Weinberg bunu duyunca bana hak verdi ama ilginç bir soru da sordu: “Evet haklısın, Tanrı olmasaydı böyle bir kazadan sağ kurtulmazdın ama söyle bakalım, o duruma seni kim soktu ve dağa seni ilk başta kim çıkardı? ”

Dikkatinizi burada bir konuya çekmek istiyorum. Sonsuz Tanrı bizi sadece, kendisi dışında gerçekleşen zor durumlardan kurtaran bir Süpermen değildir. Zor durumların içine sokan da bizzat O’ dur. O, sonsuzdur. Sonsuz olanın farkında oldukları ile gerçekleşenler arasında bir fark yoktur. Bunu birkaç aşamada kavrayabiliriz

Zaman ve mekan ötesi bir varlık

Tanrı’nın zaman ve mekan ötesinde sonsuz bir varlık olduğunu ve O’nun isteği sayesinde her şeyin var olduğunu söylersek bununla ne anlatmak isteriz? Bu kavramı anlayabilir miyiz? Zaman ve mekan ötesi olma anlaşılması zor bir kavramdır. Eğer bir an önce bir şey yapılmışsa, şimdi burada olmaması düşünülemez. Dün, bugün ve yarın hepsi bir aradadır. O sonsuzdur, yaşlanmaz, zamanı ve mekanı oluşturan maddeyi yaratır ama kendisi zamana bağlı değildir. Erken ve geç yoktur. Bunlar, yani gelecek ve geçmiş sadece insanın kavrayışına göredir. Bu şekilde, Tanrı’nın bütün olacakları nasıl bildiğini açıklayabiliriz, çünkü olaylar sadece bizim başımıza gelecek. Tanrı için geçmiş ve gelecek yoktur.

İkisi arasındaki farkı anlamaya çalışalım.

Sonsuz olanın yapamadığı ama sonlu olanların yapabildiği bir şey düşünebiliyor musunuz? Sizin yapıp, Tanrı’nın yapmadığı bir şey?

Ölmek, doğmak, unutmak? Aptalca bir şey yapabiliriz. Ama Sonsuz Olan bunları yapamaz. Onun mutlak farkındalığı ve mutlak zekası vardır. Ölmekle doğmak, unutmak arasındaki ortak noktaları görebiliyor musunuz? Hepsi olumlu görünse de olumsuzdur. Bizler bir zamanlar yoktuk sonradan var olduk.

Tanrı mutlak farkındalıktır

Kendi hakkımızda olumlu olarak düşündüğümüz birçok kavram aslında mutlak gücü elimizde bulunduramadığımızdan dolayı yaşadığımız eksikliklerdir. Şöyle bir örnek verelim. Bir parça kil alıp bir küllük yaptığımızı düşünün. –küllükle ilişkimiz 3 şekilde olabilir. Birincisi, küllük yapabiliriz ve küllük var olur. İkincisi, tuzla buz edip parçalayabiliriz ve küllük artık yoktur. Üçüncüsü de, küllüğü unutmaktır ve bu şekilde bizden bağımsız, bizim kavrayışımız dışında var olmaya devam eder. Küllüğün farkında olduğumuz sürece onun var olup olmadığına karar verebiliriz. Ancak farkındalığımız ve gücümüz sınırlı olduğu için, varlıklar bizden bağımsız olarak da var olabilir. Ama sonsuz olanın yarattıkları için böyle 3 olasılık yoktur, sadece 2 tane vardır:

Sonsuz olan 1- onun var olmasını istiyorsa var olur

                      2- var olmasını istemiyorsa var olmaz.

Üçüncü bir seçenek yoktur. Mutlak farkındalığa sahip olduğu için Kendisi dışında bir şeyin var olması mümkün değildir. Her şeyin varoluşu onun isteğine bağlıdır. Yani, her şeyin varoluşunun Tanrı’nın varlığına bağlı olduğunu söylediğimizde onu sadece övmek veya iltifat etmek istemeyiz. Gerçek budur.

Sonsuz İstekle, var olanlar arasında bir ayırım olamaz. Varlık O’na bağımlıdır.

Avraam, tek bir sonsuz varlığın olduğunu bilmenin yeterli olmadığını söyler. Hayatın sürekli onun farkındalığına bağlı olduğu fikrinden kurtulmak ve ondan kaçmak istemek de iyi değildir. Buradan mantıklı sorular çıkarmam gerekiyor. Eğer sadece tek bir Tanrı, var olan her şeyi yaratan tek bir sonsuz güç varsa, kendim hakkında bir şey söyleyemem. Şöyle düşünün: Gerçekleşen her şeyin farkında olan bir Sonsuzluk var ve ben sadece O var olmamı istediği için varım. Yiyeceğim, giyeceklerim, sağlığım, var olmamı sağlayan her şey Onun sayesinde var. O varsa, ben varsam, onun sadece beni yarattığını ve onun isteği sayesinde var olduğumu bilmekle kalmam, bu ilişkide sadece kendi iyiliğim için yaratıldığımı da bilirim. İnsan sadece var oluşun en üst seviyesine ulaşmak ve kendi zevki için yaratılmıştır. Kesinlikle, Tanrı’nın iyiliği için yaratılmadım. Sonsuz olanın ve kendi kendine yetenin böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Yaratılışı, amacı olmayan bir şey olarak kavramak imkansızdır. Ama bunu aşama aşama anlayabiliriz. Bir dükkana girdiğinizi düşünün. Size bir ceket ya da satın aldığınız bir şeyi verseler, neden verirler? Çünkü parasını vermişsinizdir. Öte yandan arkadaşlarınız size parasız bir şeyler verebilir. Size bir şey vermelerinin nedeni nedir? Dostluğunuz.

Sevgi ve vermek

Anne ve babanız size hayat ve yaşam verir. Bu, hayatta insanın karşısındakini karşılıksız olarak düşündüğü en önemli ilişkilerden biridir. Anne babanız size hayat verir ve yaşamanızı sağlayan koşulları oluşturur. Ancak bu ilişkide bile anne babanın da vermek için nedenleri vardır. Cömert olmak, iyi bir insan olmak, hayattan zevk almak vs… Ancak, Sonsuz Olan’ı düşündüğümüzde,Sonsuz Olan’ın beni yarattığında, bunu sadece  ve sadece vermek için yaptığını biliriz. Sonsuz Olan’ın hiçbir şeye, bize bile ihtiyacı yoktur.

Ein sof- sonsuz kavramını olumsuz olarak kullanırız çünkü özelliklerini bilemeyiz. ”Karşılıksız” yaptıklarımız bile görecelidir. Genelde bir amaç buluruz, bir motivasyon kaynağımız ya da ihtiyacımız vardır: İyi bir insan olmaya çalışırız. Tanrı’nın ise hiçbir ihtiyacı yoktur. Tanrı’nın sevgisi mutlak karşılıksızdır. Almadan verir. Sevmek ve vermek İbranicede aynı kökten gelir. Sevgi varsa karşılıksız vermek de bunun sonucunda gelir. İkisi birbirini besler. Tanrı, sonsuz Sevgi doludur dediğimizde, amacımız dindar olmak değildir, bu zaten açık ve seçik gerçektir. Sonsuz olan bize sadece kendi iyiliğimiz için bir şey verir.

Avraam da “ Sadece kendi mutluluğum için ve varlığımdan en yüksek zevki almam için yaratıldım” der. Bunu sadece insanlara bakarak da anlayabilirsiniz. Bütün insanların ortak yanı, seçtikleri, yaptıkları her şeyin zevk aldıkları şeyler olmasıdır. Bir şeyin neden yapıldığını merak ederseniz, ne yaptığına bakın. İnsanın yaptığı her şey, zevki içindir. Ama buradan, insanın bencil olduğu yönünde bir sonuç çıkarmamalıyız. Bu konuyu biraz daha inceleyeceğiz. İlk olarak her insanın zevkleri doğrultusunda karar verdiğini itiraf etmeliyiz. Adolf Eichmann, Yahudileri öldürmekten zevk aldı. Rahibe Teresa’ya zevk veren, fakir insanlara yardım etmekti. O Yahudileri öldürmedi, insanlara yardım etti. Çünkü onun için insanlara yardım etmek daha zevkliydi. Eichmann için ise, Yahudileri öldürmek yardım etmekten daha zevkliydi. Ya Yahudileri öldürmekten özellikle zevk almayan ama ordusuna bağlı olduğu için Yahudileri katleden SS askerleri için ne demeli? Onlar, emir verildiği için öldürdüler. Onların seçiminin zevkle bir ilgisi var mı? Tabii ki var. Onlar için ordularına sadık olmak, sadakatsizlikten daha mutluluk vericiydi.

Tabi mutluluk ve zevkin farklı seviyeleri var. Mesela cinsel hayatı oldukça canlı olan bir adam günün birinde evlenmeye karar verebilir çünkü artık duygusal bir mutluluk da yaşamak ister. Sadece fiziksel zevki değil, duygusal mutluluğu da tatmayı tercih eder. Ailesini arkada bırakıp savaşa giden bir asker o noktada doğru olanı yapar. Hayatta farklı durumlarda, farklı mutluluk seviyelerine göre kararlar veririz.

Hayat, farklı mutluluklar arasında seçimler yapma becerisi midir?

Doğru kararlar verdiğimizde ilerleriz, yanlış kararlarımızda arkada kalırız. Birçok oyun popüleritesini hayatın bu ilkesine benzerliğinden sağlar. Doğal olarak varlığımızdan zevk almak, sonsuz bir varlığın beni yaratmış olduğu fikrini destekler. Bu benim doğam. Politeist olsam, Tanrı’nın beni alışveriş merkezindeyken bana verilen hizmetlerin niteliğinde bir varlık sağladığını düşünürdüm. Orada para verdiğim için bana hizmet ederler. Bu düşünceye göre Tanrı verici değil alıcıdır. Benim değil, kendi zevki için vermektedir. Ama Tanrı sonsuzsa ve hiçbir ihtiyacı yoksa her şeyi benim için yapar. İnsan zevk için yaratılmıştır.

Bu sistemde, en büyük zevk kaynağı nedir?

Avraam da aynı düşünceyi yakalamıştı. Tüm zevkler benim içinse hiçbir şeyden mahrum kalmadan buna erişebilmeliyim diye düşündü. Yahudilikte cinsellik, aile sahibi olma yasaklanmamıştır. Avraam, zevk alma konusunda kendisini kısıtlayacak tek şeyin sadece daha fazla zevk almasını önleyecek olan engellerin olacağını düşünür. Örneğin 7 yaşındaki bir çocuk tüm şeker kutusunu bitirmeyi istediğinde annesi tarafından engellenir. Çocuk bundan çok zevk almaktadır ve annesinin kendisini  “zevk aldığı şeyden” mahrum ettiğini düşünür. Ancak anne onun bu zevkinin acıya dönüşeceğini ve karnının ağrıyacağını bilir ve ona engel koyar. Anne ödevlerini yapma yerine TV seyretmek isteyen çocuğa da aynı tepkiyi gösterir ve onu engeller. Demek ki gerçek dünyayı tanımak gereklidir. Bu da ancak seçim yaparak olur.

Tanrı’ya bağlanmak

Avraam amacın zevk almak ve bunun en üst düzeyinin Tanrı’ya bağlanmak olduğunu anlamıştı. Burada bağlanmak kelimesini kullanıyorum çünkü ilişki 2 kişi arasında olur. Örneğin uzak ülkede olan bir arkadaşınızla ilişki kurabilir ancak ona bağlanamazsınız. Tanrı ile Tanrı’nın yarattığı arasında nasıl bir ilişki olabilir? Manevi, hissi, moral ve fiziksel anlamda. İlişkiyi daha derin bir şekilde incelemek gerek.

1- iki insan arasındaki ilişkinin kalitesi ilişkideki kurallara göre değişir. “ Örneğin beni seversen sana güzel şeyler alırım” şeklinde şartlı ilişkiler zayıf ilişkilerdir. Tüm bunlar seçimimize bağlıdır. Bir üniversite öğrencisi partiye gitmeyi veya ders çalışıp başarılı olmayı seçebilir. Aynı şekilde yaptığımız seçimler bizi Tanrı’ya yaklaştırır veya uzaklaştırabilirler. Ancak seçim yoksa ilişki de yoktur. İnsan Tanrı’ya bağlanmak için yaratılmıştır. Tanrı insanla ilişki kurmayı seçmiştir. İnsan da Tanrı ile bu ilişkiyi kurması gerekir.

2- Eğer A, B’ yi seviyor ve B, A’ yı sevmiyorsa ilişki olmaz. Eğer A, B’ye çiçek gönderiyor ancak bu B’yi ilgilendirmiyorsa ilişki yoktur. Anne çocuğunu seviyor ancak bu sevgi tek taraflı ise ve çocuk anneyi umursamıyorsa yine ilişki yok demektir.

Tanrı gelecek dünyada pay vermiştir, ancak bu pay insanın ruhu ile Tanrı arasındaki ilişkiye bağlıdır. Bize verilen 613 mitsvanın nedeni bu bağlantıyı sağlamaktır. 248 ad. Pozitif mitsva- yapılması gereken kurallar –Tanrı ile bağlantıyı sağlar, O’na yaklaştırır. 365 ad. Negatif mitsva- yapılmaması gereken kurallar – bu bağlantıyı koparır, O’ndan uzaklaştırır.

3- İlişki istedikçe, önem verdikçe gelişir. Yapılan seçimlerde yaşamın değerlerini göz önüne almak gerekir.

İnsan Tanrı’nın suretinde yaratıldı. Bu ne demektir? O’nun gibi olmak O’na benzemekle olur. Tanrı’yla benzer tarafımız ne olabilir? Vermek. Ne kadar çok verirsek o kadar Tanrı’ya benzeyebiliriz ve bağlantımız o derecede güçlenir.

Avraam da bunun bilincinde olarak en önemli karakter özelliği olan konukseverliği ile hep veriyordu, verdikçe de Tanrı’ya olan bağlılığı artıyordu.

Arkadaşlık için bizi motive eden nedir? Yalnız kalmama duygusu. Bu ihtiyaçla yola çıkarız ancak bu ilişkide verme yoksa arkadaşlık olmaz.

Avraam amacın Tanrı’ya bağlanmak olduğunu anladığında bunu tüm dünyaya öğretmek istedi. Onu tüm dünyanın babası yapan bu düşüncesidir.

Tüm amaç Tanrı’yla kurulan sadece bireysel anlamdaki ilişki değil, Milet olarak kurulan ilişki düzeyidir. Tanrı sadece Yahudileri değil tüm insanlığı yarattı. Tora’yı tüm insanlığa verdi ancak Yahudiler onu almayı kabul etti. Çünkü Yahudiler belirli bir algılama seviyesine ulaşmışlardı. Maşiah döneminde de tüm insanlık bu seviyeye ulaşacaktır. 3300 yıl önce Tora’yı ve getirdiği sorumlulukları kabul eden Yahudi ile geçen hafta bu seviyeye erişen ve bu sorumlulukta yer almak isteyen bir Yahudi arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan bu görevi yapmak istemektir.

Tanrı seçim yapmamızı ister. Seçimlerimizi doğru yapar ve dünyada iyiliği sevgiyi yaratırsak Tanrı da bize daha fazla zevk almamızı sağlayan Maşiah dönemini getirecektir. Bu da ancak Teşuva- Pişmanlık- ile mümkündür. Bu geçiş nasıl olacaktır?

Değişim aniden ve bir kerede mi olacaktır, bunu nasıl başarabilirim ki? Diye sorabilirsiniz. İnsanla Tanrı arasında bir kapı vardır ve o kapı kapalıdır. Ancak kişi bir iğne deliği kadar bir yer açarsa, Tanrı o deliği bir salon kadar genişletecektir. Bu yüzden çaba göstererek bir delik açmaya çalışalım, Tanrı bize yardım edecektir.

*Rabbi Motty Berger'in aynı adlı seminerinden alınmıştır.