Yazdır

Bu Hafta İçin Saatler

2 AV

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

5782

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

18:58

20:17

-----

Yeruşalayim

18:53

20:11

Tel Aviv

19:18

20:20

30 TEMMUZ

Tel Aviv

19:13

20:13

İstanbul

20:08

20:49

2022

İstanbul

20:02

20:42

İzmir

20:03

20:52

İzmir

19:56

20:45

MATOT-מטות

MASE-מסעי


 10 TEMMUZ 2021 CUMARTESİ  ROŞ HODEŞ AV 

Peraşa Özeti
[www.chabad.org]
(Bamidbar 25:10-29:40)

Yıl 2448'dir ve çöldeki 40 sene bitmek üzeredir. Miryam ve Aaron ölmüşlerdir ve Yeoşua halef olarak atanmıştır. Bamidbar kitabının bu son iki peraşasında, Tanrı olayları toparlamaya başlar. Kişisel yemin kuralları detaylandırılır ve Moşe'ye Midyan'dan öç alma talimatı verilir. Bu savaşta hem Balak hem de Bilam öldürülürler.

Savaştan sonra, Moşe askerlerini pratik Tuma kanunları konusunda eğitir ve ganimetin askerler, toplum ve Mişkan arasında pay edilmesi ile ilgilenir. Peraşa, kaplarımızı Kaşer haline getirme kurallarını da öğretmektedir. Tora'ya göre Yahudi olmayan biri tarafından yapılmış ya da Yahudi olmayan birinden satın alınmış kaplar kullanımdan önce Mikve'ye daldırılmalıdır. Savaşta tek bir askerin bile kaybedilmemiş olmasına şükretmek için, komutanlar elde ettikleri altının kendilerine düşen paylarını Mişkan'a bağışlarlar. Hibe edilen altın, toplam 380kg ağırlığındadır (Rabi Arye Kaplan).

Reuven ve Gad kabileleriyle Menaşe kabilesinin yarısı Moşe'ye yaklaşırlar ve Sihon ve Og'la yapılan savaşlarda ele geçirilen Yarden Nehri'nin doğu kıyısındaki toprakların kendilerine verilmesini isterler. Moşe önce bu isteğe şüpheyle yaklaşır. Ancak daha sonra bu 2,5 kabile ve Moşe, aralarında bir anlaşmaya varırlar: Bu kabileler Erets-Yisrael'i alma mücadelesinde diğer kabilelerle omuz omuza savaşacaklar; sonra bu bölgeyi elde edebileceklerdir.


Mase Peraşasında ise, Moşe Bene-Yisrael'i, ülkeyi bütün olumsuz etkilerden arındırma konusunda eğitir ve ülkenin sınırlarını açıklar.

Ülkenin bölüşümünü gözden geçirmek için yeni liderler tayin edilir ve altı sığınak şehir dahil olmak üzere, toplam 48 Levi şehri belirlenir.
Kazara işlenen cinayetlerle ilgili kanunlar detaylandırılır ve erkek evlat bırakmadan vefat eden bir kişinin kızlarının, sadece kendi kabilesi içinde evlenebileceği kuralı koyulmuştur. Fakat bu kural sadece Erets-Yisrael'e giren nesil için geçerlidir.

Mİ-DRAŞ YİTSHAK
Rav İsak Alaluf

İlginç bir düzen: Yahudilikte bazı durumlarda peraşa düzeni çok ilginç zamanlara tekabül eder. Sözgelimi içinde bulunduğumuz “ben ametsarim” olarak tabir edilen Şiva asar be Tamuz ile Tişa be Av arasında okunan peraşaların her biri bir şekilde bu sürece gönderme yapar. Bunlardan biri olan geçen haftanın peraşası Pinhas kurtuluşun habercisi olan Eliyau Anavi’yi anımsatır. Çünkü Pinhas Kabala’nın öğretisine göre ebedi yaşamla ödüllendirilmiş ve dünyaya Eliyau Anavi olarak gelmiştir. Önümüzdeki hafta okuyacağımız Devarim peraşasında ise Tişa be Av olaylarının ilki olan öncülerin Erets Yisrael hakkında olumsuz rapor vermeleri işlenir. Bu peraşada Tora’da çok az yer alan bir sözcük olan “Eha” ifadesine de rastlanır ki bu sözcük Tişa be Av gecesi okunan Yirmiyau peygamberin kaleme aldığı ağıların ismidir.

Bu hafta okunan iki peraşadan biri olan Matot konuşma ve söz ile ilgili günahları tartışmaktadır. Tora bir kişi bir adak adadığı zaman bunu bozmasının doğru olmadığını ve ağzından çıkan her sözü yerine getirmesi gerektiğini öğretmektedir. İnsanlar nedense fiziksel eylemlerin bazen ciddi anlamda zarar verici olmaları konusunda hemfikirken birçoğu sözlerin yaralayıcı veya zarar verici olduklarına pek inanmaz. Halbuki ağızdan çıkan sözler bağlayıcıdır. Bu elimizdeki bir obje veya hayvanın kutsanması gibi bir zorunluluk getirir. Bet Amikdaş zamanında bu şekilde kutsanan şeyler Bet Amikdaş’a getirilmek zorundaydı.

Hatırlatma: Hepimizin bildiği bilgiyi Gemara Masehet Yoma 9/A’da yer alan öğretiyi bir kez daha tekrar edelim: İkinci Bet Amikdaş “sinat hinam” dediğimiz sebepsiz nefret nedeniyle yıkılmıştır. Bu süreçte Gemara nsanların birbirleriyle birlikte yiyip içtiklerini ancak birbirlerini “sözlü dikenlerle” bıçakladıklarını anlatmaktadır. Bir başka deyişle “sinat hinam” kişilerin birbirleri hakkında yaptıkları konuşmalarla vücut bulmakta ve ortaya çıkmaktadır. Bizler her gün Amida duamızı tamamlamadan bu konuda Tanrı’nın bizleri koruması için “E.loay netsor” dediğimiz bir pasajı okuruz.

Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi her ne kadar Bet Amikdaş “sinat hinam” nedeniyle yıkılmış olsa da inşa edilmediği her nesil bu günahı bir kez daha paylaşmaktadır. Bu yüzdendir ki bu hafta okuduğumuz Matot peraşasında sözler ile ilgili günahların tartışıldığı bölümler yer almaktadır. Tıpkı Pinehas ve Devarim peraşalarında olduğu gibi bu haftaki konular da “ben ametsarim” ile ilgili oluştur.

Benzetmeler: Peraşamızın başında yer alan “iş ki yidor neder - bir kişi bir adak adadığında” ifadesi yer alır. Midraş bu ifadenin Kohelet 9/12’de yer alan “ adam zamanını bile bilmiyor. Balıklar ölümcül bir ağa takıldığı ve kuşların bir tuzağa hapsolduğu gibi, insanlar da felaket anında, uyarısız olarak geldiğinde yakalanırlar” pasuğunda anlatılan kişinin sonunun ne olacağını bilmediği ifadesiyle bağlantı içinde olduğunu öğretir. Burada doğal olarak karşımıza çıkan “kişinin sonunu bilmemesi ile adağının ne alakası var” sorusunun Rabilerin öğretileri ışığında ne anlattığına bakacağız.

Gerçekten de Rabiler ölüm ve ölümlü olmak durumunun konuşma ile doğrudan ilgili olduğunu öğretirler. İnsanın işlediği ilk günah olan yasak meyveden yeme durumu Hava’nın yılanla konuşması sonucu gelişmiştir. Bu günah sonucunda da insanoğlu “ölümsüz” olma vasfını kaybetmiş ve Hava dünyanın işleyişine ölümün gelmesine neden olmuştur. Ölümlü olmak konuşma ile günahların işlenmesinin sonucudur.

Sözlerin kudreti: Teilim 119/17 ve18’de David Ameleh Tanrı’ya şükretmektedir: “Kuluna iyi davran ki, sözünü tutmak için yaşayayım. Gözlerimi aç da öğretinin harikalarını göreyim.” David burada uzun yaşamın sırrı olarak sözlere sahip çıkmayı belirtmektedir. İlk bakışta kişinin sözüne sahip çıkması ile ilgili bir ifadenin yer almadığını görürüz. Ancak Rabi Eli Mansour öğretisinde “gal” sözüne dikkatimizi çeker. Bu ifadenin sayısal değeri otuz üçtür. Yaakov Avinu babası Yitshak’tan otuz üç sene daha kısa bir ömür sürmüştür. Çünkü Paro ile karşılaşmasında yaşadığı hayatın kısa ve zor olduğunu otuz üç kelimelik bir söz dizisi ile firavuna söylemiştir. Ne yazık ki konuşmanın olumlu olmayan kudreti Yaakov gibi birinin bile yaşamını otuz üç sene kısaltmıştır.

Bu peraşalar bize sözlerin kudretini ve gücünü anlatmak için senenin bu zamanında okunmaktadır. Peraşamız “sözünü değiştirmemeli” derken ağzından çıkan şeylerin gerçekleşebileceği konusuna gönderme yapmaktadır. Kişi sözü ağzından çıkarmadan önce mutlaka tartmalı ve ona göre konuşmalıdır. Ağızdan çıkan sözün geri dönüşü pek de mümkün değildir.

“Mi aiş ehafets hayim oev yamim lirot tov – yaşam isteyen kişi kimdir. Günleri seven ve iyi şeyler görmek isteyen”. Bu soru David Ameleh tarafından otuz dört numaralı Teilim’de sorulmaktadır. David cevabını yine kendisi verir. “Netsor leşoneha mera usfateha midaber mirma – dilini kötülükten dudaklarını yalandan koruyan.”

Pandemi sürecinde kaybettiğimiz büyük Rabilerden olan Dr. Rabi Abraham J. Twerski ağzımızdan çıkan sözlerin birer ok gibi olduğunu nereye saplanacağının belli olmadığını öğretir. Bilgelerimiz ağızdan çıkana kadar sözlerin bizim esirimiz olduğunu ancak çıktıktan sonra bizlerin onların esiri haline geldiğimizi kaydederler. Dilimizi ve düşüncelerimizi doğru yönde eğiterek Tora öğrenerek ve boş konuşmalardan uzak kalarak belki de Bet Amikdaş’ın inşasına katkıda bulunmak işten bile olmayacaktır.



DİVRE TORA
Rav Naftali Haleva

Bamidbar kitabının başında İsrailoğulları sayılırken kitabının sonunda ise İsrailoğullarının çöldeyken gittiği yerlerin isimleri sayılmaktadır. Çöl yaşamı sırasında, 42 ayrı yerde kamp kurdular. Moşe Rabenu, İsrailoğullarının gittikleri bu yerleri ayrı ayrı saymakta ve yerlerin isimlerini dile getirmektedir. Bu konu ile ilgili Midraşta Rabilerimizin söylemiş olduğu bir fikir çok ilgimi çekti. 

Moşe Rabenu’nun 40 senelik çölde yaşanan hayatı, Yahudi milletine anlatmasını ve başlarına gelen bütün olayları, gezdikleri tüm yerleri ve yapmış oldukları tüm hataları tatlı bir lisanla İsrailoğullarına detaylı bir şekilde dile getirmesini midraş bir kralın hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için başına gelen olaylara benzetmektedir.

Hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için kral şehirden şehre, hastaneden hastaneye, hastalığı ile ilgili özel uzmanları dolaşa dolaşa tedavisi bulmaya çalışır ve ümit eder. Sonunda kral çocuğunu tedavi eder ve sağlığına kavuşan oğluyla evine dönmeye hazırdır. Kral eve hemen dönmek yerine plan yaparak çocuğunu tedavi ettirebilmek için yapmış olduğu yolculuğu ve kişileri teker teker çocuğuna göstermek ister. Bu şekilde çocuk, tedavisi için babasının ne kadar uğraştığını anlar. Yolculuk sırasında geldikleri ilk yerde kral çocuğuna “Şam Yaşannu” oğlum burası uyuduğumuz yer, yolculuğun ikinci durağında “Şam Ukarnu” burası soğuktan üşüdüğün yer ve diğer bir yere geldiklerinde kral oğluna “Şam Haşaşta Et Roşeha” burası başının ağrıdığı, acılar içinde kıvrandığın yer diye belirtir.

​ Moşe Rabenu  da Yahudi milletinin çölde yaşadığı tüm olayları buna benzer detaylarla açıkladığı için midraş bu olayı kralın başına gelen olaylara benzetir. Neden midraş özellikle bu üç yerden bahsetmektedir? Burası uyuduğumuz, soğuktan üşüdüğün ve başının ağrıdığı yer. Neden yalnızca bu 3 yer, buradan çıkarabileceğimiz mesajlar nelerdir?

1. Şam Yaşannu, burası uyuduğumuz yer. Bu olay, Yahudi milletinin Tanrı’yı bir an için unuttuğu, manevi değerlerden uzaklaştığını zamanları ifade eder. Yahudi tarihinde çeşitli zamanlar inanılması güç mucizeler yaşadık, fakat bunun değerini ve anlamını bilemedik.  Çoğu zaman İsrail’in yaşadığı mucizeleri çoğumuz tesadüfi bir şekilde görerek Tanrı’nın o güçlü varlığını anlamakta güçlük çektik. Golda Meir’in söylediği gibi; mucizelere inanmayan kişi Yahudi tarihini inkar etmiş sayılır ve gerçekçi değildir. Yahudi tarihinde yaşanılan Tanrısal mucizeleri göremediğimiz gibi kişisel olarak da yaşamımızda Tanrı’yı göremediğimiz anlar mevcuttur. İşte bu anlar bir bakıma “Şam Yaşannu” uykuda olduğumuz anlardır.

2. Şam Ukarnu, soğuktan üşüdüğümüz yer. Bu da tarihte Tanrı’ya karşı soğuduğumuz, Tanrı’yla aramızdaki ilişkinin birden azaldığı zamanlardır. Mısır çıkışı sırasında Amalek kavmiyle karşılaştığımız an, altın buzağıyla yaptığımız hata, çölde su olmadığı zaman Tanrı’ya isyan etmemiz ve günümüzde de gördüğümüz veya yaşadığımız bazı acı olaylar ve anlam vermekte zorlandığımız zamanlarda Tanrı’yla olan ilişkimiz birden soğuma noktasına gelmektedir. Hayatımızın belirli zamanlarında bu olayı sıkça yaşarız. Birden ısınır, Tanrı’ya yaklaşır; fakat maalesef birden soğumaya başlarız. İsyan etmeye ve onun yargısını sorgulamaya başlarız. 

3. Şam Haşaşta Et Roşeha, burası kıvrandığın yer. Bazen yalnız Tanrı’dan soğumak değil, ondan tamamen koptuğumuz anlar olur. İşte o zamanlar, tamamen ona inanmadığımız ve varlığını inkar ettiğimiz anlardır ve böylece hayatımızdaki Tanrı varlığını ve gerçekleri göremediğimiz anlardır. Amaçsız, ona inanmadığımız ve inkar ettiğimiz o anlarda değer sahibi olmak yerine,  hayatımızı yalnızca materyalizm üzerine kurmayı tercih ederiz. Bunun sonucunda yaşam içinde bir boşluğa düşer ve ne yapacağımızı şaşırırız. Bu da yaşantımızda bitmek bilmeyen manevi anlamda aç ve depresif, huzursuz anlardır Bu da mecazi anlamda bir   baş ağrısı ve buda bizim tüm yaşamımızı olumsuz bir şekilde etkiler. Sonucunda insan şuurunu kaybedip, kendisini yok etmek bile ister. 

Yahudi milletinin tarihinde gerek toplumsal gerekse de bireysel olarak bu 3 durağı ve bu üç ayrı zaman birimini farklı zamanlarda yaşadık ve yaşamaya devam etmekteyiz. 

Türkiye’de yaşayan Musevi cemaati olarak bu üç olayı da aynı anda yaşamaktayız.

Bazı dindaşlarımızın soğuduğu ve başımızın manevi anlamda ağrıdığı gerçeği ortadadır. Artan asimilasyon, aile değerlerine verilen önemin gün geçtikçe kayba uğraması, gençlerimizin yaşadığı manevi depresyon ve huzursuzluk gün geçtikçe artmaktadır.

Bu bağlamda Leyla Navaro Kardeşimizin Şalom' da geçen hafta yayınlanan yazısını birçoğumuz okumuş olsa da çok gerçekçi ve çarpıcı bulduğumdan  kendisinden aldığım izinle aşağıda paylaşıyorum.

Maalesef acı gerçek; olabilecek açıklığı ile satırlara dökülmüş! 

Ey Dostlar! Bu maraton ne? Nereye koşuyor ve koşturuyoruz? Gençlerimizi ve onların çocuklarını nasıl bir dünyaya doğru hazırlıyor, ne tür bir merhametsiz çarkın içine sokuyoruz? Farkında mıyız? Hayata atılır atılmaz belirlenmiş bir yaşam çıtasını tutturma koşulu, lüks sitelerin çevrelediği semtlerde oturmanın acımasız baskısı, hafta sonlarını AVM’ lerde geçirmek, marka giyinmek, çocuğunu isim okullarda okutmak, yüceltilmiş tatil yerlerine gitmek, falanca restoranlarda yenilen yemekler gençlerimiz için toplum içinde geçerli sayılmanın, var olabilmenin bir mutlak simgesi oluvermiş! Sahi, hayat denen şey bu mu? Çocuklarımıza bırakmak istediğimiz değerler sadece bunlar mı? Zamanında kimi ebeveynin elli veya altmışlarında erişebildikleri bir yaşam standardına şimdiki gençler hemen, acele, hayata atılır atılmaz ulaşabilmeyi arzu ediyor. Bu uğurda gecesini gündüzüne katarak güneş yüzü görmeyen plazalarda ömür tüketiyor. Kimi genç erkek toplumda saygın olmak, çevresince beğenilmek için bu çıtayı tutturmak zorunda hissediyor, kimi genç kız evlilik ve birlikteliğin ancak bu çıtayla başarılı olacağı yanılgısında... Yaşam denen şey sadece bu çıtaya erişmek mi? Gençlerimizin önüne koyduğumuz arzu edilir yaşam modeli bu habis, tüketici, yaşam törpüsü çıtaya ulaşmak mı? Bu uğurda canını dişine takarak en iyi, en verimli yıllarını bu koşuda yitirmek mi? Herkesin kendini ve birbirini kıyasladığı bu merhametsiz rekabet girdabında, çıtanın altında kalmamak veya kalmış olduğunu gizleyebilmek için takınılan yalan dünya, sunilik, ‘mış’ gibi yapmak, görüntüyü kurtarmak! Bu mu gerçekten yaşamak? Oysaki dipte derin kaygı, tükenmişlik, öfke, yalnızlık ve sinsice yolunu yapan habis utanç… Uzun mesai saatlerinin ardından, uzun trafik çilesi, eve yorgun argın dönen tükenmiş suratlar, çocuğunu görebilmekle görememenin yarattığı hüsran, esirgenmişlik; aşırı yorgunluğun gerginliği, giderek büyüyen duygusal ve cinsel mesafe sonucu kaçınılmaz aile içi çatışmalar: işte sunduğumuz ‘geçerli, saygın’ hayat: geçimsizliğin şiddet sarmalında kendinin ve ötekinin yitirilişi… Gençlerimizi ne tür bir merhametsiz çarkın içinde un ufak ettiğimizin farkında mıyız? Önlerinde toplumun beklentilerine cevap vermek istemenin zalim baskısı, dehşetengiz başarısızlık korkusu, zihinsel yıpranma, ruhsal/bedensel yorgunluk ve pusuda bekleyen sinsi utanç, katil utanç, küçük düşme, dışlanma tehlikesi…

Hayır, bu yitiriliş, bu körleşmiş kendine kıyış kişisel bir patoloji değil; aslında tüketim çılgınlığının habis virüsüne fena halde kolunu kaptırmış olan toplumumuzun bir patolojisi bu: değerlerini sadece varlıklı olmaya endekslemiş, belirli konfor alanlarını mutlak kılmış, saygınlığı mal değeriyle eşleştiren, gençlerini bu koşu yolunda yiyip bitiren bir değersizliğin patolojisi. Varlıklı olma uğruna var olamamak...

Yahu durdurun artık şu dünyayı, inecek var!!..

Bu amansız hastalığın ve bu huzursuzluğun tedavisi, panzehiri var mı? Varsa nedir?

Bu konuda söylenecek, tartışılacak o kadar şey var ki; yazıya dökmeye kalkışırsak ne sayfalar yeter ne de okumaya bizlerin sabrı. Biz etrafımızdaki sisteme uyum sağlamaya çalıştıkça, kendi öz kültürümüzden ve değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Halbuki bu kültür ve değerler bizim en güçlü koruyucumuzdur.

Bu boşluğu doldurmanın yolu belirtildiği gibi teşuva, tefila ve tsedaka maavirin et roa agezera. Hastalığımızın tedavisi teşuva, tefila, tsedaka üçlüsüdür…

Teşuva: Tam anlamı ile pişmanlık. Midraşta söylediğimiz Haşaşta et roşeha manevi anlamda başımızın ağrıdığı  zamanlara bir ilaçtır. Tanrı’dan uzaklaştığımız, maddi değerler üzerine kurulan  o yaşamdan tek kurtuluşumuz, hatalarımızı görüp pişmanlık duyarak, doğru yola, Tora yoluna kendimizi yönlendirmektir.

Tefila: Dua. Bu da midraş’ta bahsettiğimiz Şam Ukarnu zamanları için tedavinin kendisidir. Tanrı’dan soğuduğumuz zamanlar dualarımız, tefilanın kendisi bizi ısıtarak huzur verir. Manevi değerlere tekrardan yaklaştırır. Tıpkı bir makinanın tekrardan çalışması gibi. 

Tsedaka: Midraşta söylenen Şam Yaşannu manevi anlamda uyuduğumuz bir an için Tanrı’yı düşünmediğimiz zamanları için kullanmamız gereken bir ilaçtır.

Uyuduğumuz, Tanrı’yı tam manasıyla göremediğimiz o anlarda, insanlar arasındaki sorumluluğumuzu da bir an için unuturuz. Tamamen bencil ve kendimizi düşündüğümüz anlardır. Tanrı’nın yarattığı ve onun suretinde var olan insanoğluna karşı yaptığımız iyilikler  ve başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmenin yarattığı güzel duygu ve hislerle birden uyanırız. Yeniden doğmuş gibi, Tanrı’ya yakın olduğumuz hisseder ve gerçek anlamda amacını bilen ve Tanrı ile ilişkisi kuvvetli bir insan oluruz. 

İnsanın manevi anlamda yaşadığı bu huzursuzluk ve boşluk ancak pişmanlık, dua ve iyilikseverlik ile ilgili yapacağımız her türlü aksiyon sayesinde yaşamımız farklı bir boyut kazanacaktır. 

Hepimizi yaratan yüce Tanrı Tora’da belirtildiği gibi Ki Ani Ad… Rofeha,

Ben sizin doktorunuzum manevi anlamda yaşamına bir renk gelmesini isteyenler doktorun reçetesini kullanması gerekliliğini bilmelidir. Teşuva pişmanlık yolu ve beraberinde Tora yolu, Tefila dualarla bütünleşme ve Tsedaka, yardımseverlik…

Hepimizin yolu açık olsun.

GÜNLÜK YAŞAMDAN
(Kaynak: www.hidabroot.org)
Rav İzak Peres

Doğumu takiben “kuvözde” bir süre geçiren çocuk ne zaman mitsvalardan sorumlu hale gelir? ne zaman yapılır?

Gemara Masehet Yevamot 80’de belirtildiği üzere erken doğan bir çocuğun  ne zaman mitsvalardan sorumlu olacağı  konusunda farklı düşünceler vardır. RaŞBaM ve Nimuke Yosef adlı kaynaklara göre erken doğum halinde  gelişim daha yavaş gerçekleşeceğinden ve o dönemlerde ana rahmine benzer bir ortam olan “kuvöz” var olmadığından çocuğun mitsvalardan sorumlu olması yirmi yaşına kadar geciktirilebilir.

Ancak günümüzde kuvöz dediğimiz imkan var olduğundan bu kural Hazon İş tarafından güncellenmiştir. Çocuk anne rahmini terk ettiğinden on üç yıl ve bir gün sonra yani normal bir bebek gibi mtsvalardan sorumlu tutulmaya başlar.

LEHU NERANENA L’AD
Rav İsak Alaluf

Rabi Şlomo bar Mazal Tov tarafından yazılan “Şulamit Şuvi” adlı piyut Simhat Tora gününde İzmir’de çok severek söylenir. Yazarı İspanya’dan kovuluş sonrası şiirleriyle ortaya çıkmıştır. Balkan ve Yunanistan sinagoglarında da severek okunduğu yine bilgiler arasındadır.

MİTSVALARI TANIYALIM
Rav İsak Alaluf

Kol Tefilin’i takma mitsvası

Pasuk “ukşartam leot al yadeha” derken kola takılan Tefilin mitsvasını işaret etmektedir. Kol Tefilin kutucuğunun içinde aynı parşömene yazılmış dört Tora parçası vardır. Bunlardan ikisi “Bo” peraşasının sonunda yer alır. “Kadeş li” ve “veaya ki yeviaha” dediğimiz bu bölümlerde Tefilin mitsvasından söz edilir. İkisinden biri “Vaethanan” diğeri de “Ekev” peraşasında yer alır. Her ikisi de kol Tefilin mitsvasını içerir. Gemara Masehet Menahot’a göre bu peraşalar tek klaf parçasına yazılır ve Sefertora gibi sondan başa katlanır. Kol Tefilin’i yazı yazmayan ele takılmalıdır. Rabiler baş Tefilin’inin aksine tek klaf parçasına yazılan kol Tefilin’i için düşüncelerin akılda farklı olacağını ancak uygulamanın tek olmasının önemine gönderme yaparlar.

HAFTANIN SÖZÜ

İnsanın başına gelecek her belanın bitmesi için belirlenmiş bir zamanı vardır; pasukta söylendiği gibi: (İyov 28:3), "Karanlığa bir son verdi ve her sınırı araştırdı." (Midraş Tanhuma)