Haftanın Peraşası BülteniMoşe, bulunulan vaatlerin (Neder) geçersiz kılınması ile ilgili emirleri Yisrael kabilelerinin liderlerine iletir.

              Bu Hafta İçin Saatler           

28 Tamuz

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

5774

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

7:06

8:20

-----

Yeruşalayim

7:06

8:20

Tel Aviv

7:21

8:23

26 Temmuz

Tel Aviv

7:21

8:23

İstanbul

8:15

8:55

2014

İstanbul

8:08

8:48

MASE

 

Hatırlatmalar:

 

28 Temmuz günü Roş Hodeş Av

 

 

Peraşa Özeti (Bamidbar 33:1-36:13 )

[www.chabad.org]

 

Mase peraşasında, Bene-Yisrael’in Mısır’dan çıkışından Kenaan Toprakları’nın kıyısına gelene kadar konakladıkları toplam 42 yer listelenir. Erets-Yisrael’in sınırları verilir, kasıtlı olmayarak cinayet işlemiş kişiler için sığınak olacak ‘sığınma şehirleri’ belirlenir. Tselofhad adlı, ardında erkek evlat bırakmadan ölen kişinin kızları, kendi kabileleri olan Menaşe kabilesine mensup kişilerle evlenirler, böylece babalarından miras aldıkları topraklar, başka bir kabileye geçmez.

RAVLARIMIZ’DAN DİVRE TORA
Rav Nafi Haleva

 

Devarim kitabının başında İsrailoğulları sayılırken  devarim kitabının sonunda ise İsrailoğullarının çöldeyken gittiği yerlerin isimleri sayılmaktadır. Çöl yaşamı sırasında, 42 ayrı yerde kamp kurdular.  Moşe Rabenu, İsrailoğullarının gittikleri bu  yerleri ayrı ayrı saymakta ve yerlerin isimlerini dile getirmektedir. Bu konu ile ilgili Midraşta Rabilerimizin söylemiş olduğu bir fikir çok ilgimi çekti.

 

Moşe Rabenu’nun 40 senelik çölde yaşanan hayatı,  Yahudi milletine anlatmasını ve başlarına gelen bütün olayları, gezdikleri tüm yerleri ve yapmış oldukları tüm hataları tatlı bir lisanla İsrailoğullarına detaylı bir şekilde dile getirmesini midraş bir kralın hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için başına gelen olaylara benzetmektedir.

 Hasta olan çocuğunu tedavi ettirebilmek için kral şehirden şehre, hastaneden hastaneye, hastalığı ile ilgili özel uzmanları dolaşa dolaşa tedavisi bulmaya çalışır ve ümit eder. Sonunda kral çocuğunu tedavi eder, ve sağlığına kavuşan oğluyla evine dönmeye hazırdır. Kral eve hemen dönmek yerine plan yaparak çocuğunu tedavi ettirebilmek için yapmış olduğu yolculuğu ve kişileri teker teker çocuğuna göstermek ister. Bu şekilde çocuk, tedavisi için babasının ne kadar uğraştığını anlar. Yolculuk sırasında geldikleri ilk yerde kral çocuğuna “Şam Yaşannu” oğlum burası uyuduğumuz yer, yolculuğun ikinci durağında “Şam Ukarnu” burası soğuktan üşüdüğün yer, ve diğer bir yere geldiklerinde kral oğluna “Şam Haşaşta Et Roşeha” burası başının ağrıdığı, acılar içinde kıvrandığın yer diye belirtir.

             Moşe Rabenu  da Yahudi milletinin çölde yaşadığı tüm olayları buna benzer detaylarla açıkladığı için midraş bu olayı kralın başına gelen olaylara benzetir. Neden midraş özellikle bu üç yerden bahsetmektedir? Burası uyuduğumuz, soğuktan üşüdüğün ve başının ağrıdığı yer. Neden yalnızca bu 3 yer, buradan çıkarabileceğimiz mesajlar nelerdir ?

  1. Şam Yaşannu, burası uyuduğumuz yer. Bu olay, Yahudi milletinin Tanrı’yı bir an için unuttuğu, manevi değerlerden uzaklaştığını zamanları ifade eder. Yahudi tarihinde çeşitli zamanlar inanılması güç mucizeler yaşadık, fakat bunun değerini ve anlamını bilemedik.  Çoğu zaman İsrail’in yaşadığı mucizeleri çoğumuz tesadüfi bir şekilde görerek Tanrı’nın o güçlü varlığını anlamakta güçlük çektik. Golda Meir’in söylediği gibi; mucizelere inanmayan kişi Yahudi tarihini inkar etmiş sayılır ve gerçekçi değildir. Yahudi tarihinde yaşanılan Tanrısal mucizeleri göremediğimiz gibi kişisel olarak da yaşamımızda Tanrı’yı göremediğimiz anlar mevcuttur. İşte bu anlar bir bakıma “Şam Yaşannu” uykuda olduğumuz anlardır.

 

  1. Şam Ukarnu, soğuktan üşüdüğümüz yer. Bu da tarihte Tanrı’ya karşı soğuduğumuz, Tanrı’yla aramızdaki ilişkinin birden azaldığı zamanlardır. Mısır çıkışı sırasında  Amalek kavmiyle karşılaştığımız an, altın buzağıyla yaptığımız hata, çölde su olmadığı zaman Tanrı’ya isyan etmemiz,  ve günümüzde de gördüğümüz veya yaşadığımız bazı acı olaylar ve anlam vermekte zorlandığımız zamanlarda  Tanrı’yla olan ilişkimiz birden soğuma noktasına gelmektedir. Hayatımızın belirli zamanlarında bu olayı sıkça yaşarız. Birden ısınır, Tanrı’ya yaklaşır; fakat maalesef birden soğumaya başlarız. İsyan etmeye ve onun yargısını sorgulamaya başlarız.

 

  1. Şam Haşaşta Et Roşeha, burası kıvrandığın yer. Bazen yalnız Tanrı’dan soğumak değil, ondan tamamen koptuğumuz anlar olur. İşte o zamanlar, tamamen ona inanmadığımız ve varlığını inkar ettiğimiz anlardır ve böylece hayatımızdaki Tanrı varlığını ve gerçekleri göremediğimiz anlardır. Amaçsız, ona inanmadığımız ve inkar ettiğimiz o anlarda değer sahibi olmak yerine,  hayatımızı yalnızca materyalizm üzerine kurmayı tercih ederiz. Bunun sonucunda  yaşam içinde bir boşluğa düşer ve  ne yapacağımızı şaşırırız. Bu da yaşantımızda bitmek bilmeyen manevi anlamda aç ve depresif, huzursuz anlardır Buda mecazi anlamda bir   baş ağrısı ve buda bizim tüm yaşamımızı olumsuz bir şekilde etkiler. Sonucunda insan şuurunu kaybedip, kendisini yok etmek bile ister.

Yahudi milletinin tarihinde gerek toplumsal gereksede bireysel olarak bu 3 durağı ve bu üç ayrı zaman birimini farklı zamanlarda yaşadık ve yaşamaya devam etmekteyiz.

 

Türkiye’de yaşayan Musevi cemaati olarak bu üç olayı da aynı anda yaşamaktayız.

 Bazı dindaşlarımızın soğuduğu ve başımızın manevi anlamda ağrıdığı gerçeği ortadadır. Artan asimilasyon, aile değerlerine verilen önemin gün geçtikçe kayba uğraması, gençlerimizin yaşadığı manevi depresyon ve huzursuzluk gün geçtikçe artmaktadır.

Bu bağlamda Leyla Navaro Kardeşimizin Şalom' da geçen hafta yayınlanan yazısını bir çoğumuz okumuş olsa da çok gerçekçi ve çarpıcı bulduğumdan  kendisinden aldığım izinle aşağıda paylaşıyorum.

Maalesef acı gerçek; olabilecek açıklığı ile satırlara dökülmüş! 

 

Ey Dostlar! Bu maraton ne? Nereye koşuyor ve koşturuyoruz? Gençlerimizi ve onların çocuklarını nasıl bir dünyaya doğru hazırlıyor, ne tür bir merhametsiz çarkın içine sokuyoruz? Farkında mıyız? Hayata atılır atılmaz belirlenmiş bir yaşam çıtasını tutturma koşulu, lüks sitelerin çevrelediği semtlerde oturmanın acımasız baskısı, hafta sonlarını AVM’ lerde geçirmek, marka giyinmek, çocuğunu isim okullarda okutmak, yüceltilmiş tatil yerlerine gitmek, falanca restoranlarda yenilen yemekler gençlerimiz için toplum içinde geçerli sayılmanın, var olabilmenin bir mutlak simgesi oluvermiş! Sahi, hayat denen şey bu mu? Çocuklarımıza bırakmak istediğimiz değerler sadece bunlar mı? Zamanında kimi ebeveynin elli veya altmışlarında erişebildikleri bir yaşam standardına şimdiki gençler hemen, acele, hayata atılır atılmaz ulaşabilmeyi arzu ediyor. Bu uğurda gecesini gündüzüne katarak güneş yüzü görmeyen plazalarda ömür tüketiyor. Kimi genç erkek toplumda saygın olmak, çevresince beğenilmek için bu çıtayı tutturmak zorunda hissediyor, kimi genç kız evlilik ve birlikteliğin ancak bu çıtayla başarılı olacağı yanılgısında... Yaşam denen şey sadece bu çıtaya erişmek mi? Gençlerimizin önüne koyduğumuz arzu edilir yaşam modeli bu habis, tüketici, yaşam törpüsü çıtaya ulaşmak mı? Bu uğurda canını dişine takarak en iyi, en verimli yıllarını bu koşuda yitirmek mi? Herkesin kendini ve birbirini kıyasladığı bu merhametsiz rekabet girdabında, çıtanın altında kalmamak veya kalmış olduğunu gizleyebilmek için takınılan yalan dünya, sunilik, ‘mış’ gibi yapmak, görüntüyü kurtarmak! Bu mu gerçekten yaşamak? Oysaki dipte derin kaygı, tükenmişlik, öfke, yalnızlık ve sinsice yolunu yapan habis utanç… Uzun mesai saatlerinin ardından, uzun trafik çilesi, eve yorgun argın dönen tükenmiş suratlar, çocuğunu görebilmekle görememenin yarattığı hüsran, esirgenmişlik; aşırı yorgunluğun gerginliği, giderek büyüyen duygusal ve cinsel mesafe sonucu kaçınılmaz aile içi çatışmalar: işte sunduğumuz ‘geçerli, saygın’ hayat: geçimsizliğin şiddet sarmalında kendinin ve ötekinin yitirilişi… Gençlerimizi ne tür bir merhametsiz çarkın içinde un ufak ettiğimizin farkında mıyız? Önlerinde toplumun beklentilerine cevap vermek istemenin zalim baskısı, dehşetengiz başarısızlık korkusu, zihinsel yıpranma, ruhsal/bedensel yorgunluk ve pusuda bekleyen sinsi utanç, katil utanç, küçük düşme, dışlanma tehlikesi…

Hayır, bu yitiriliş, bu körleşmiş kendine kıyış kişisel bir patoloji değil; aslında tüketim çılgınlığının habis virüsüne fena halde kolunu kaptırmış olan toplumumuzun bir patolojisi bu: değerlerini sadece varlıklı olmaya endekslemiş, belirli konfor alanlarını mutlak kılmış, saygınlığı mal değeriyle eşleştiren, gençlerini bu koşu yolunda yiyip bitiren bir değersizliğin patolojisi. Varlıklı olma uğruna var olamamak...

Yahu durdurun artık şu dünyayı, inecek var!!....

Bu amansız hastalığın ve bu huzursuzluğun tedavisi, panzehiri var mı ? Varsa nedir?

Bu konuda söylenecek, tartışılacak o kadar şey var ki; yazıya dökmeye kalkışırsak ne sayfalar yeter ne de okumaya bizlerin sabrı. Biz etrafımızdaki sisteme uyum sağlamaya çalıştıkça, kendi öz kültürümüzden ve değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Halbuki bu kültür ve değerler bizim en güçlü koruyucumuzdur.

Bu boşluğu doldurmanın yolu belirtildiği gibi teşuva, tefila ve tsedaka maavirin et roa agezera. Hastalığımızın tedavisi teşuva, tefila, tsedaka üçlüsüdür..

Teşuva: Tam anlamı ile pişmanlık. Midraşta söylediğimiz Haşaşta et roşeha manevi anlamda başımızın ağrıdığı  zamanlara bir ilaçtır. Tanrı’dan uzaklaştığımız, maddi değerler üzerine kurulan  o yaşamdan tek kurtuluşumuz, hatalarımızı görüp pişmanlık duyarak, doğru yola, Tora yoluna kendimizi yönlendirmektir.

 Tefila: Dua. Bu da midraş’ta bahsettiğimiz Şam Ukarnu zamanları için tedavinin kendisidir. Tanrı’dan soğuduğumuz zamanlar dualarımız, tefilanın kendisi bizi ısıtarak huzur verir. Manevi değerlere tekrardan yaklaştırır. Tıpkı bir makinanın tekrardan çalışması gibi.

Tsedaka: Midraşta söylenen Şam Yaşannu manevi anlamda uyuduğumuz bir an için Tanrı’yı düşünmediğimiz zamanları için kullanmamız gereken bir ilaçtır.

 Uyuduğumuz, Tanrı’yı tam manasıyla göremediğimiz o anlarda, insanlar arasındaki sorumluluğumuzu da bir an için unuturuz. Tamamen bencil ve kendimizi düşündüğümüz anlardır. Tanrı’nın yarattığı ve onun süretinde varolan insanoğluna karşı yaptığımız iyilikler  ve  başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmenin yarattığı güzel duygu ve hislerle birden uyanırız. Yeniden doğmuş gibi, Tanrı’ya yakın olduğumuz hisseder ve gerçek anlamda amacını bilen ve Tanrı ile ilişkisi kuvvetli bir insan oluruz.

İnsanın manevi anlamda yaşadığı bu huzursuzluk ve boşluk ancak pişmanlık, dua ve iyilikseverlik ile ilgili yapacağımız her türlü aksiyon sayesinde yaşamımız farklı bir boyut kazanacaktır. 

Hepimizi yaratan yüce Tanrı Tora’da belirtildiği gibi  Ki Ani Ad… Rofeha,

Ben sizin doktorunuzum manevi anlamda yaşamına bir renk gelmesini isteyenler doktorun reçetesini kullanması gerekliliğini bilmelidir. Teşuva pişmanlık yolu ve  beraberinde Tora yolu, Tefila dualarla  bütünleşme ve Tsedaka, yardımseverlik…

 Hepimizin yolu açık olsun.

 

YAHUDİLİKTE KAVRAMLAR

ROŞ HODEŞ AV

(dailyhalacha.com)

 

Tişa Beav orucu yaklaştıkça avelut gelenekleri de daha katı bir hal alırlar. Biz Sefaradların geleneklerine göre Roş Hodeş Av’dan itibaren et yememe şarap içmeme geleneğimiz vardır. Bu gelenek Şabat ve Roş Hodeş günlerini kapsamamaktadır. Şabat ve Roş Hodeş’te kişi her türlü şarabı içebilir ve Kiduş yapabilir.

 

Ancak Şabat için yapılan etli yemeklerin arttığını düşünelim. Av ayına girdiğimiz durumda, kişi Cumartesi akşamı Melave Malka seudasında arta kalan etle veya tavukla pişirilmiş  yiyeceklerden yiyebilir mi? Bu yiyeceklerin özellikle etle veya tavukla pişirilmesi değil, tavuklu pilav gibi sadece tat vermek için eklendiği durumlarda da geçerlidir.

 

Bu konuyu gündeme getiren otoritelerden biri Moed LeKol Hay adlı eserin yazarı Rabi Hayim Palaçi’dir. Rabi Hayim Palaçi, insanın yıl boyunca Cumartesi akşamı etli yiyecekler yeme alışkanlığı yok ise bile, böylesi bir durumda yiyebileceğini söyler. Haham ben Tsiyon ise karşı çıkar ve alışkanlığı olmadığı durumda yenmemesini söyler.

 

Vurgulanması gereken önemli bir nokta da Cumartesi akşamı kalan etli yiyeceklerin yenebileceğini söyleyen görüşler olduğu için, kişinin bilerek önceden fazla miktarda yemek hazırlaması yasaktır. Hazırlanacak miktarın sadece Şabat’a yetecek kadar olması ve sadece arta kaldığı durumda ne yapılacağına karar verilmesi gerekir.

 

Ve diyelim ki, gerçekten arta kaldı. Ne yapacağız?

Rav Hida, konuyla izin veren ve yasaklayan birçok görüş olduğu için, yiyen kişiyi yememesi şeklinde uyaramayacağımızı söyler. Özellikle Bet Amikdaş’ın, onun yıkılışının anlamını anlayan ve henüz Bar Mitsva yapmamış çocuklar, her ne kadar özellikle et yemiyorlarsa da, arta kalanları rahatlıkla yiyebilirler. Bu görüş ayrıca Haham Ovadya Yosef’in de görüşüdür.

 

 

 

 

Haftanın Sözü

      (Rabi Noah Weinberg)  

 

Sahip olduğunuz ile mutlu değilseniz, sahip olacağınız ile de mutlu olamayacaksınız  demektir.