Haftanın Peraşası BülteniSinay çölünde, Tanrı Yisrael'in on iki kabilesini kapsayanbir nüfus sayımı yapılmasını emreder...

              Bu Hafta İçin Saatler             

24 İyar

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

5774

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

6:59

8:16

-----

Yeruşalayim

7:04

8:21

Tel Aviv

7:15

8:18

24 Mayıs

Tel Aviv

7:19

8:23

İstanbul

8:13

8:53

2014

İstanbul

8:18

8:58

BAMİDBAR

.

 

 

Peraşa Özeti (Bamidbar 1:1-4:20)

[www.chabad.org]

 

Sinay çölünde, Tanrı Yisrael’in on iki kabilesini kapsayan bir nüfus sayımı yapılmasını emreder. Moşe, askere alınabilecek yaşta (20 ile 60 yaş arası) 603,550 erkek sayar; Levi kabilesinin, sayıları 22,300’ü bulan ve yaşları 1 aylıktan büyük olan erkekleri ise ayrıca sayılır. Leviler Mişkan’da hizmet edecekler, Altın Buzağı olayı sonrasında kutsal göreve uygunluklarını kaybeden Behorlar’ın yerine geçeceklerdir. Yerlerini alacak bir Levi bulamayan 273 Behor ise kendilerini azat etmek için beş şekel “fidye” ödeyecektir.

Bir kamp dağıldığı zaman, üç Levi ailesi Mişkanı parçalarına ayırıp bir sonraki kampın tam ortasında yeniden kurardı. Daha sonra Mişkanın çevresine kendi çadırlarını kurarlardı. Mişkanın özel eşyalarını (Menora, Aron vs.) kendi özel örtüleri içerisinde omuzlarında taşıyan Keat ailesi, Mişkanın güneyine kamp kurardı. Mişkanın goblenleri ve çatı örtülerinden sorumlu olan Gereşon ailesi ise Mişkanın batısında kamp kurardı. Duvar kalaslarını sütunlarını taşıyan Merari ailesi ise kuzeye yerleşirdi. Mişkanın giriş kapısının karşısında, yani doğusunda ise Moşe, Aron ve Aron’un oğullarının çadırları yer alırdı.

On iki kabile, Levi ailelerinin oluşturduğu dairenin dışında her birinde üç kabile olan dört grup halinde kamp kurarlardı. Doğuda Yeuda (nüfus: 74,600), Yisahar (54,400) ve Zevulun (57,400) kabileleri; güneyde Reuven (46,500), Şimon (59,300) ve Gad (45,650) kabileleri; batıda Efrayim (40,500), Menaşe (32,200) ve Binyamin (35,400) kabileleri; ve kuzeyde Dan (62,700), Aşer (42,500) ve Naftali (53,400) kabileleri bulunurdu. Bu kamp düzeni seyahat ederken de korunurdu. Her kabilenin kendi Nasi’si (prensi ya da lideri) ile, kabile renklerini ve amblemini taşıyan bir bayrağı vardı.

 

RAVLARIMIZ’DAN DİVRE TORA
Rav İzak Peres

 

Bu haftaki peraşa ve ‘Humaş’ın bazı bölümleri Bene Yisrael halkının sayılmasıyla ilgilidir.

Geleneksel Yahudi yorumcuları çölde gördüğünüz Bene Yisrael halkının önce Tora’da,

daha sonra da İsrael topraklarında bir sevgi işareti olarak defalarca sayıldığını

görmüşlerdir. İnsanlar her zaman gerek ailevi, gerek sosyal gerekse maddi

anlamdaki önemli varlıklarını sayıp kontrol ederler. Herkes mali portföyünü

kontrol eder, parasını sayar. Bu doğuştan gelen çok doğal bir karakter yapısıdır.

Bir alahaya göre, dua ettiğiniz zaman sarf ettiğinizin sözlere ‘ En az paralarınızı

ya da herhangi bir şeyinizi sayarken gösterdiğiniz ihtimam’ı göstermelisiniz. Tabii

ki insanları saymak, para ya da herhangi bir şeyinizi saymaktan çok daha

farklıdır. Her insan bir diğerinden farklıdır. DNA larımız ve parmak izlerimiz, tıpkı

fikirlerimiz, düşüncelerimiz, karakter yapımız ve davranışlarımız gibi sadece bize

aittir.

Yahudi geleneklerine göre insanları sadece istatiki olarak saymamak gerekir. Bu,

pek çok belayı da beraberinde getirir. İnsanları, birbirinin tamamen aynı

yaratıklar olarak saymak ya da o şekilde düşünmek insanların kişisel hayatlarında

ve dini hayatlarında problem ve trajedilere sebep olacaktır.

 

 Bene Yisrael kabilelerinin arasındaki sayı farkı çoktur. Bazı kabilelerin nüfusu çok

genişken, diğerleri sayıca çok daha azdır. Bu durum, demografik şemalarla

açıklanabilir ama yine de Rabiler bu farklılıkların ruhani ve olağanüstü yönlerini

çok daha derinlemesine araştırmışlardır.  Her bir kabile, yüzyıllarca Mısır esareti

ve zulmü sırasında çok acı çekmiştir. Levi kabilesi bu zulümden muaftı. O yüzden

Tora’da şöyle der: ‘Zulüm ne kadar büyükse, Yahudilerin sayısı da o kadar artar.

‘ Şimon kabilesi davranışlarından ötürü, babalarının Şehem ve Yosef olaylarında

gösterdiği tepkiden ötürü eleştirilmişlerdir. Bu yüzden sayıları her zaman için

azdı. Yahudiler İsrael topraklarına yerleştikten sonra Şimon kabilesi varlıklarını

sürdüremediler. Yaakov’un Yosef’e verdiği berahalar, Yosef’in pozisyonu ve

kardeşlerine karşı güçlenmesi sayesinde Menaşe ve Efrayim kabilelerinin toplam

sayısı, diğer tüm Bene Yisrael kabilelerinin sayısını aşmıştır. Görünen o ki, bu haftanın

peraşasında yer alan bu kuru rakamlar bir çok dersi ortadan kaldırmıştır.

ŞABAT SOFRANIZA TATLILAR
TANRI’YA İNANÇ VE GÜVEN
R. CEKİ BARUH

 

Bir Yahudi’nin hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için gereken en önemli taşlardan biri Tanrı’ya güvendir.

 

İnsan Tanrı’ya güven ile, dünyaya hükmeden Tek gücün kanatları altında kendisine eşini hiçbir yerde bulamayacağı huzur dolu bir dünya yaratır.

 

Tanrı, Yisraeloğulları’nı, Mısır esaretinden çıkardıktan sonra, onları tek bir ağacın bile yetişemeyecek kadar kuru bir zemine sahip, birçok vahşi sürüngenler ve başka tehlikelerle dolu bir çöle getirdi.

 

Tanrı’nın bunu yapmakta tek bir amacı vardı: Onlara Tanrı’ya inanç ve güven niteliklerini işlemek. Kalplerine Göklerde dünyayı yöneten Birisi’nin olduğu hissini kazımak. Ve öyle bir Yönetici ki; milyonlarca kadını, erkeği, yaşlıyı ve bebeği sonu gözükmeyen bir çöle getirip o çölü Cennet’e çevirecek, herkese yemesi için her gün Man gönderecek, gece yollarını aydınlatması için Ateş Sütunu, gündüz yollarını bulabilmeleri için Bulut Sütunu ve ayakları çölün sıcak zemininden yanmaması için yedi yönden bulutlarla kaplayacak.

 

Rabi Hayim Shmulewitz Tanrı’ya güven kavramını şu benzetmeyle açıklar:

 

Reuven Göztepe’ye gider. Şimon’a ona sorar, “Reuven neredesin?” Reuven cevap verir, “Göztepe’deyim.” Reuven Bostancı’ya gider. Şimon’a ona sorar, “Reuven neredesin?” Reuven cevap verir, “Bostancı’dayım.” Reuven Göztepe Kadıköy’e gider. Şimon’a ona sorar, “Reuven neredesin?” Reuven cevap verir, “Kadıköy’deyim.”

Rabi Hayim Shmulewitz şöyle devam eder, “Ama bir bebek için bu diyalog geçerli değildir. Annesi Göztepe’ye de gitse, Bostancı’ya da gitse, Kadıköy’e de gitse, o sadece tek bir yerdedir – annesinin kucağında. Tanrı’ya güven de aynı bebek gibi olmaktır. Yisraeloğulları Mısır Esaretinden çıktıktan sonra yeni doğmuş bir “bebek millet” gibiydiler. Tanrı onları Onur Bulutları içinde örterek, kucakladı ve her yere Tanrı’nın Sözü ile yola çıktılar.

 

Rabi Hayim Shmulewitz Talmud’da açıklanması zor olan bir parçayı da bu temele göre açıklar. Talmud (Şabat 31)  

 

Bilindiği gibi Şabat’ta yapılması yasak olan her melaha çölde portatif olarak inşa edilen Mişkan’dan öğrenilir. Mişkan’da yapılan her iş, Şabat günü yapılması yasaktır. Bu işlere genel olarak 39 Melaha adı verilir. Bu yasaklardan biri de “yıkma” melahası olan Soter’dir. Tora Şabat günü yıkmayı yasaklar. Soter melahasının tanımı; yıkılan cismin yerine inşa edildiği takdirde Tora yasağı ihlal etmiş sayılır. Örneğin kişi Şabat günü bir evi, yerine yenisini aynı yerde inşa etmek üzere yıkıyorsa Tora’nın yasağını ihlal etmiştir. Ancak yerine yenisini farklı bir yerde inşa ettiği takdirde Tora’nın değil, hahamlarımızın koyduğu bir yasağı ihlal etmiştir. Talmud da cevabı zor verilebilecek bir soru sorar: “Biz bütün Şabat melahalarını Mişkan’dan öğreniyoruz ve Soter melahası da ancak aynı yerde inşa edildiği zaman ihlal edilmiş sayılıyor. Ama Mişkan’ın kendisi hiçbir zaman aynı yerde inşa edilmedi ki? Bir noktada yıkıldı, Leviler onu taşıdılar ve başka bir yerde inşa edildi. O zaman biz Mişkan’dan nasıl Soter – Yıkma melahasının tanımını öğrenebiliriz?”

 

Rabi Hayim Shmulewitz bu sorunun cevabını yukarda verdiğimiz temele göre açıklar. Yisraeloğulları Mişkan’ı belki bir yerde yıkıp başka bir yerde inşa etmişlerdir. Ancak onlar çölde oldukları her an, her adım Tanrı’nın kucağındadırlar. Tanrı’nın Onur Bulutları arasında gitmektedirler. Bu yüzden nerede olursa olsunlar hep aynı yerde sayılırlar.

 

Tanrı’ya güven kavramının en ağır basan noktalarından biri de tefiladır. Tanrı’ya dua ettiğimiz zaman, sadece isteğimizin gerçekleşeceğine dair inancımızın kabarışı değil, Göklerdeki Babamızın bizleri her an dinlediğini bilmek bile kalbimizi huzur ile doldurur. Ancak her baba gibi, Göklerdeki Babamız da her isteğimize anında cevap vermeyebilir. Tanrı’nın isteklerimize anında cevap vermediği durumlarda ne yapmamız gerektiğini bilememiz için her gün Şahrit duasının sonunda şu duayı okuruz – Kave El Aşem Hazak VeAmets Libeha, VeKave El Aşem – Umudunuzu Tanrı’ya bağlayın, güçlü olun, O size cesaret verecektir ve (ne olursa olsun, her durumda) umudunuzu Tanrı’ya bağlayın. İsteklerimizi anında elde edememiz, Tanrı’nın dualarımızı daha kalpten yapmamızı istediği için de olabilir. Tanrı’ya ne kadar konsantre ve kalbimizin derinliklerinden dua edersek, hatta göz yaşı dökebilirsek, mucizelerin gerçekleşmesi kaçınılmazdır.

 

(Yaşanmış bir olay)

 

Keren Shizri 18 yaşındayken hayatında bir değişim yapma zamanının geldiğini anladığında kesin ve kararlı bir şekilde teşuva yaptı. Tora hayatına ilk adımını attığında kalbinde bir karar aldı – Ben Göklerdeki Babamıza dua ederken, sadece O’na konsantre olacağım. O, bana yaşam nefesini üfleyen ve benden en iyisini bekleyen Babam’dır. Unutmadan, O beni her an izlemekte ve davranışlarımı her an gözlemektedir.

 

Dediğini de yerine getirdi; tefilalarını hayatının Everest Dağı’nın yüksekliği kadar yüce bir dayanak haline getirdi.

 

Shizri ailesi behor oğullarının Fransa’da evleneceğini haber aldıklarında heyecanla valizlerini yapmaya başladılar. Havaalanına geldiler ve valizlerini uçağa gönderdiler. Ardından Keren duty free’de gezerken teşuva yapmasına yardımcı olan Rav ile eşi Rabanit’i görünce, hemen yanlarına gidip merhaba dedi. Onların da Fransa’ya gideceğini duyduğunda, minha duasını yapabilmek için çantasını Rabanit’e teslim etti. Rabanit, “Keren, uçak saatini biliyorsun, değil mi?” diye sordu ve Keren de, “evet biliyorum” dedi. Rabanit kocasına döndü, “bu kız tefilasını biraz uzun söyler, umarım uçağa geç kalmaz” dedi. Nedendir bilinmez ama Keren uçağın kalkış saatini 12:35 zannediyor, ancak uçak 12:25’te kalkmaya hazırlanıyordu.

 

Keren, gözlerden ırak bir noktaya gitti ve tefilasına başladı.

 

Herkes “duty free”deki gezintisini tamamladıktan sonra boarding salonuna doğru ilerlemeye, ardından da uçaktaki yerlerini almaya başladılar, sadece bir kişi hariç – Keren.

 

Keren’in adı bütün havaalanında anons edildi, ama boşuna, Keren tefila yapıyor ve kulakları sadece ağzından dökülen kutsal kelimeleri duyuyordu. Keren’in babası büyük bir endişeyle uçak personeline yöneldi ve onlara biraz daha beklemelerinin mümkün olup olmadığını sordu. Uçak görevlisi ise “uçak kaptanı ile konuşmam lazım” deyince baba biraz nefes aldı. Ardından uçak görevlisi ne yazık ki bekleyemeyeceklerini söyledi. Hem Rav olan Keren’in babası, Minha duasının önemini, Eliyau Anavi’nin sadece Minha duasında dualara cevap verdiğini anlatmaya başlayınca, uçak görevlisinin de tepesi attı, “Siz dindarlar da ne enteresan insanlarsınız! Bir sonraki uçak yedi saat sonra, şu duasını biraz çabuk bitiremez miydi?” diye söylendi. Babası da, “evladım, ben ne yapabilirim? Yanına bile gitsem, Tora’ya göre dua  eden birisini rahatsız etmem yasak” dedi ve uçak kalkmaya başladı. Uçağın kalkmasıyla birlikte on dakika sonra birden bire uçakta kırmızı alarm verildi. Herkes kemerlerini olabildiği kadar sıkı bağladı ve dindarlar da Teilim kitaplarını hemen ortaya çıkartıp okumaya başladılar. Uçak anlaşılmayan bir sebepten geri iniş yaptı. Yolcular tekrardan “duty free” ye indiler ve Keren orada bir sonraki uçağı beklerken gördüler. “Siz gitmiyor muydunuz?” diye sordu Keren. Babası, “uçakta bir arıza çıkmış, onu kontrol ediyorlar. Hadi gel, şimdi beraber binelim uçağa” dedi. Uçak baştan aşağı kontrolden geçirildi ve hiçbir arıza bulunamadı ve kırmızı ışığın da nedeni çözülemedi. Herkes – Keren ile beraber –  uçağa tekrardan bindi. Uçak görevlisi Keren’in babasına geldi ve kızının uçağa binip binmediğini sordu. Binmişti. Babası da arızanın nedenini sorunca, “biz de anlamadık, uçağı baştan aşağı kontrolden geçirdik ama hiçbir arıza bulamadık” dedi. Keren’in babası ise “ben nedenini biliyorum. Dünyayı ayakta tutan şeylerden biri tefiladır. Yani onun tefilası göklerde yarattığı etki sayesinde uçağınız Keren’i almak için tekrardan yere iniş yaptı. Ve şu an gördüğün gibi, Keren uçakta.

Uçak görevlisi tefilanın gücünün nasıl böylesi bir etki yaptığını bilmek zorundaydı. İsrail’e döndükten sonra, iki haftalığına Tora’ya yaklaşma seminerlerine katıldı. Ardından kendisini yeşivada buldu. Dört yıl boyunca Tora öğrendi ve evlenme zamanı geldi. Ona ilk gelin adayı olarak Keren’i sundular, ancak eski uçak görevlisi ve bugün yeşivanın önde gelen öğrencilerinden biri olan Yaakov’un tanıştığı kızın kendisini teşuva yapmaya neden olan kız olduğundan haberi yoktu.

Yaakov, buluştuğu kıza (Keren’e), “inanabiliyor musun? Ben, bir kızın tefilası sayesinde uçakta yanan kırmızı alarm sayesinde teşuva yaptım” deyince, Keren de, “tanıştığımıza memnun oldum. Adım Keren Shizri. Zannediyorum ki, Göklerde, havaalanında yaptığım o tefila sayesinde senin gibi bir damata da sahip olacağıma karar verilmiş.

 

Kral David Teilim’de şöyle der, “Aboteah bAşem, Hesed Yesovevenu – Tanrı’ya güvenen kişiyi iyilikler sarmalar (32:10). Yisraeloğulları çölde Tanrı’ya kırk yıl boyunca güvendiler ve her gün yiyecekleri, suları hazırdı, kıyafetleri kendileriyle birlikte büyüyor ve değiştirmelerine gerek kalmıyordu. Bizler de Tanrı’ya ve sadece Tanrı’ya ne kadar daha çok güvenirsek ve kalbimizi O’na derinliklerine kadar açarsak, O da bizlere bütün yardım kapılarını açacaktır.

 

RAV’A SOR

(Hidabroot.org)

 

Çaba göstermek ile Tanrı’ya güvenmek arasındaki dengeyi nasıl kurmalıyım? Bir şeyde başarılı olmak için ne kadar çaba göstermem gerektiğini ve hangi noktadan itibaren çabalamayı bırakıp Tanrı’ya güvenmem gerektiğini nereden bileceğim?

Örnek vermem gerekirse; Her hangi bir dersten sınavım var. Ne kadar çalışmam gerekir? Ne kadar dersime çalışmalı ve ne kadarını Tora öğrenimine ayırmam gerekir? Bir taraftan ne kadar çalışırsam çalışayım, sınavdan alacağım not Tanrı’nın İsteği. Minimum çalışmayı yaptıktan sonra Tora çalışmaya dönersem, Tanrı nasıl olsa yardım edecektir. Ancak diğer taraftan az da çalışırsam, mucizeye güvenmiş olacağım ve bu da Gelecek Dünya’daki ödülümü azaltacaktır. “Orta halli çalışma” cevabı da yeterli olmayacaktır, çünkü herkese göre “orta halli” çalışma da değişkendir. Ben ne kadar çalışırsam o kadar başarılı olma şansım yükselecektir. Dersime ne kadar çalışmalı ve hangi noktadan itibaren Tanrı’ya güvenmeliyim?

 

Sorun çok yerinde bir soru ve cevabı da dediğin gibi herkese aynı derece kesin bir cevap vermek imkansız. Nasıl ki, zayıf bir insana her öğünde ne kadar yemek yemek gerektiğini sorsan, başka bir şey söyleyecek, şişman bir insana sorsan başka birşey söyleyecek. Sana verebileceğim cevap, öncelikle bilmen gereken şey her şey Tanrı’nın Eli’nde. Bu nedenle dünyadaki asıl görevimiz Tanrı’ya ibadet etmek ve Torası’nı yerine getirmektir. Öte yandan okulumuz var ve okulda sınavlar var. Okuldaki sınavlarına da yaptığın çalışmanın yeterli olduğunu, 100 alacak kadar çalıştığını hissedene kadar çalışman gerekir. Sonra da Tora öğrenimine geri dönebilirsin.

 

 

 

Haftanın Sözü

    (aish.com)

 

Kaderimizi şansımız değil, seçimimiz belirler.