Yazdır

Delaware'de büyüdüğüm sıralarda, babam Yahudi cemaatinde çalışırdı, annem de profesyonel bir İbranice öğretmeniydi. Her ikisi de cemaati daha da ileriye götürmek için çalışırlardı. Annem, saygın ve onurlu bir eve sahip olmak için elinden geleni yapar, kızlarını da aynı yönde eğitirdi.

Örneğin, evin camlarını, o günlerde bir çok ev kadınının yaptığı şekilde silmek onun adetiydi. Çift kanatlı pencereyi açar, dışarı tırmanır, pencere pervazına, yüzü içeri dönecek şekilde otururdu. Bir eliyle  sıkıca tutunup, diğer eliyle camları silerdi. O anda pencereden sarktığını unutur, tek bir yanlış harekette ikinci kattan düşüp sert betona çarpabileceğini düşünmezdi.

Günün birinde babam, beklenmedik bir zamanda işten döndü ve annemi, dışarı sarkmış bir şekilde camları silerken gördü. Bun gördüğüne pek mutlu olmamıştı. Bu hareket, Yahudi Cemaat Merkezinin başkanının eşine yakışmıyordu. Üstelik tehlikeliydi de. Bu duruma sinirlenen babam, gayet  açık bir ifadeyle, annemin bir yardımcı alması gerektiğini belirtti. Annemi ilk başta bu fikre çok karşı çıktı. Bir hizmetçi almanın boşuna para harcamak olduğunu, üstelik kimsenin işleri onun kadar iyi  yapamayacağını, kendisinin ev işlerini yapmaktan mutlu olduğunu defalarca belirtti. Babam ise en sonunda annemi pes ettirip, hizmetçi almayı kabul ettirene dek ısrarlarını sürdürdü.

Annem, babama, bir hafta sonra, karşı komşu Sylvia Rosenbaum aracılığıyla uygun bir aday bulduğunu söyledi. Meri, soyadında, telaffuz edilemeyecek kadar çok sessiz harf olan, Polonyalı bir kadındı. Dul olduğundan, iki oğlunun tek dayanağıydı. Büyük olanının içki problemi vardı,  ancak kısa bir süre önce denizcilere katılmıştı ve Meri bunun oğlunun problemleri için iyi bir çözüm olabileceğini umuyordu. Küçük oğlanın ise notları iyiydi ve annesi, üniversiteye gidebilmesi için iyi bir burs alabilmesi için dua ediyordu. Annemle yeni yardımcısı işlere iyi bir başlangıç yapmışlardı.

Meri'yle hiçbir zaman karşılaşamadık, çünkü biz okul için evden çıktığımızda geliyor ve öğlen saat 3'te gidiyordu. Her perşembe günü, babam Meri için 10$ bırakırdı ve her Perşembe gecesi, ev pırıl pırıl olurdu. Meri, elinde toz bezi ve süpürge olan bir rüzgardı sanki. Annem bile, Meri sayesinde Cuma günlerinde yaptığı Şabat hazırlıklarının çok daha kolaylaştığını itiraf etmişti.

Yıl boyunca her şey gayet güzel ilerledi. Annem, periyodik olarak Meri'nin yaşamı ve faaliyetleri hakkında bizi bilgilendiriyordu. Hiç karşılaşmasak bile, sanki onu ve oğullarını tanıyormuş gibi hissediyorduk. Günün birimde babam, eve tatsız dönmüştü. Evle ilgili bir felaket olmuştu sanırım tam olarak hatırlayamıyorum. Ya bir alet kırılmış, ya da karbüratör patlamıştı... Ama pahalı bir şeye zarar gelmişti ve para da kısıtlıydı.

"Ne kadara ihtiyaç var Harry?" diye sordu annem "En azından dört yüz dolar " diye cevap verdi babam.
Annemin yüzünde düşünceli bir hal vardı. Birden yemek masasından kalktı ve doğru yukarı koştu. Geri döndüğünde elinde 10 dolardan oluşmuş büyük bir para destesi vardı. "Bunlar da nereden çıktı?" diye sordu babam şaşkınlık içinde.Elinde neredeyse beş yüz dolara yakın para vardı. Kuş  yemiş bir kedi gibi duran annem birden bağırdı: "İşte bu hizmetçi Meri !! "

O zamandan sonra Meri'yi özledik sanki... Babam da bütün bu olanlar karşısında hiç sesini çıkarmadı.

Naomi Bluestone

**

Dr. Naomi Bluestone, psikiatrist ve yazardır. Annesinin cenazesinde, dinleyenleri hem ağlatan hem de güldüren yaklaşık bir saatlik bir konuşma yapmıştır. "Hizmetçi Meri" de o öğlen anlattığı bir sürü hikayeden
biridir.