2. Dünya savaşından hemen sonra, karanlık bir kış gecesinde, Polonya'da bir yetimhanede, bütün çocuklar, Yidiş dilinde şarkılar söyleyerek Hanukiya'nın etrafında toplanmışlardı. Ancak, çocukların arasında, Hanuka'nın ne olduğunu bilmeyen bir kız vardı.

Henüz 5 yaşındaydı ve yetimhaneye çok hasta ve yarı baygın bir halde getirilmişti. Ne soyadını ve de doğum yerini biliyordu. Tek bildiği isminin Rosa olduğu, Lehçe konuşabildiği ve şimşekten korktuğuydu.

Bu yetim çocukların var olmaları bile bir mucizeydi. Savaşta, her yüz çocuktan sadece 1' i Naziler'den kaçabilmişti. Yetimhanedeki çocukların tek bir umudu vardı: birinin onlara sahip çıkması. Ama kimse Rosa'ya sahip çıkmıyordu.

1947'de, bir çift Rosa'yı evlat edindi ve ona kendi çocuklarıymış gibi baktı. Ama Rosa'nın mutluluğu uzun sürmedi. Yeni annesi hamile olduğunu öğrenince, Rosa'yı yetimhaneye geri gönderdi.

Bir sene sonra, daha yaşlı bir çift Rosa'yı evlat edindiler. İyi kalpli idiler ama Rosa, onların, geçmişini fazla tartışmak istemediklerini hissediyordu. Rosa, gerçek anne-babasının kim olduğunu öğrenmeyi umarak büyüdü.

1957'de, Rosa 17 yaşına geldiğinde, ailesi Polonya'yı terk edip İsrael'e gitmek için gerekli izinleri almıştı Rosa, ilk başta gitmek istemedi. Polonya'yı terk ederse, ailesi onu nasıl bulacaktı?

İsrael'de Rosa hemişirelik okudu ve orduda görev aldı. Lova adında, Polonya'dan gelmiş yakışıklı bir iş adamıyla tanıştı. Lova, Rosa ile evlenmek istedi. İlk başta, Rosa bunu reddetti, çünkü 'çok korkunç sırry' nı söylemişti- kim olduğunu bilmiyordu! Ama Lova ısrar etti ve sonunda evlendiler.

Eşinin de kendisine katılmasıyla, Rosa geçmişi hakkında ipuçlarını aramaya başladı. Hükümet ofislerini ziyaret etti, kurtulanlara sorular sordu ve Holocaust seminerlerine katıldı. Ama Rosa, ailesi hakkında çok az bilgiye sahip olduğundan, araştırmalarında bir başlangıç noktası bulamıyorlardı. Yetimhane ise çoktan kapanmıştı.

Yıllar geçtikçe, Rosa'nın acısı daha da büyüdü. Her yıl, Holocaust'u Anma Gününde televizyonda belgeseller yayınlanırken, bütün gün onları izler, ağlar, yeni bir şeyler öğrenmeyi umardı. Rosa, hiçbir zan Tanrı'ya olan inancını kaybetmedi. Her hanuka'da bir mucize olmasını istemeye devam etti.

Bir yıl, İsrael Televizyonu prodüktörü Vered Nerman, savaştan kurtulabilmiş ve kimliğini bilmeyen kişiler hakkında özel bir araştırma programı hazırlamaya karar verdi. Kanalın sahibini, geçmişle ilgisi olan kaynakların bulunup araştırılması için finansman ayırması için ikna etti. Rosa, Vered'in yardım etmeye çalıştığı 15 kurtulan kişiden biriydi.

Ama belgeleri araştırmak hiçbir sonuç getirmedi. Genelde çocuklardan alınan bilgiler, hayalle karışıktı. Bir çok kaynak sonuçsuz kaldı.

Rosa'nın dosyası inceydi, ama umut veren bir ipucu vardı. Rosa, yetimhanenin müdiresini hatırlıyordu. Çok büyük, anaç bir kadındı. Rosa, o kadının isminin Falkowska olduğunu da hatırlıyordu. Rosa daha çocukken orta yaşlarında olan bir kadının bulunma olasılığı neydi?

Yine de Berman iyimser düşünüyordu. Varşova'daki İsrael elçiliği, Maria Falkowska'nın telefon numarasını buldu. Fallowska'yı aradılar ama aldıkları tek cevap: "Bu yaşlı kadını rahat bırakın !" oldu.

Rosa'nın içgüdüleri, kafasındaki soruların yanıtını verebilecek tek kişinin bu kadın olduğunu söylüyordu. Titreye titreye Varşova'yı aradı. Cevap veren ses, onu 50 yıl öncesine götürmüştü. Rosa, kim olduğunu açıkladı, ama yaşlı kadın Rosa'yı tanımadığında ısrarlıydı. Rosa'nın morali bozuldu ama diretti, kadına evlat edilişini hatırlatarak anılarını canlandırmayı denedi. En sonunda, Maria Fallowska olayları hatırladı ve Rosa'ya iki gün içinde yeniden aramasını söyledi. Bulabileceklerinin neler olabileceğine bakacaktı...

Rosa zar zor, yemek yiyip içti. Tekrar telefon ettiğinde, Fallowska, bir günlük tuttuğunu ve sararmış sayfalarının içinde 1952 yılına ait bir not bulduğunu açıkladı. Notta, bir çiftin, Amelia ve Jacob Jarcızn'in, Rosa isimli kızlarını aradığı yazılıydı. Rosa, o anda kalbine bir yıldırımın saplandığını hissetti.

Rosa, bu bilgiyi Berman'a iletti. Berman da, milıonlarca belgenin bir arada bulunduğu Yeruşalayim'deki Yad Vaşem,araştırma ekibini harekete geçirdi. Saatlerce süren araştırmalardan sonra, ekipten biri istemsiz bir çığlık attı. 1949'da Polonya'da yazılmış belgelerden biri Amelia ve Jacop Jarcızn'den bahsediyordu. Belgelerde, şu andaki adresleri belirtilmiyordu, ama doğum yerinde Polonya'nın güneydoğusunda bir şehir olan Katowice yazılıydı.

Katowice'den kurtulanlar tarafından bir albüm basılmıştı ve Berman, bu albümün içinde Jarcıznler'in hikayesini buldu. Savaştan on yıllar sonra bile, hala kızlarını arıyorlardı. Albümde, Jarcıznler'in yetimhanelerin birinden elde ettikleri Rosa'ya ait bir resim vardı.

Albüm'ün direktörü, Berman'ı Amelia'nın Yeruşalayim'de yaşayan bir arkadaşı olan Doba Buchstein'a yönlendirdi.

"Evet", dedi 83 yaşında olan ve aileyi yakından tanıyan Buchstein. "1970'de, Polonya'yı terk ederek Danimarka'ya gitmişlerdi. Sam ve Hanrı adında iki oğulları ve Rosa adında, savaşın başında doğmuş, büyük bir kızları vardı."

Jacob, dört yıl önce ölmüştü. Son nefesinde, hiç görmediği kızı için ağlamıştı. Yaklaşık 80 yaşında olan Amelie, Danimarka'da bir yaşlılar evinde yaşıyordu. Kendisine felç inmişti ama zihni hala sağlamdı.

Rosa'ya söylemeden, Berman, Rosa'nın erkek kardeşlerini aradı. Henrı, hemen Varşova'dan ayrıldı. Anne- babası her zaman Sam'a ve kendisine bir kız kardeşleri olduğunu söylemişlerse de, hiçbir zaman onunla karşılaşacağına inanmaya cesaret edememişti.

Berman Rosa'yı Buchstein'in evine çağırdı ve sadece, anne-babasının yaşamış olduğu şehirden birisiyle tanıştıracağını söyledi. Henrı, Berman Rosa'ya bütün hikayeyi anlatana kadar başka bir odada beklemeye söz verdi. Ama kız kardeşini gördüğü an, kendini tutamadı. Rosa'yı kollarının arasına sardı. " O senin erkek kardeşin " diye fısıldadı Berman.

Henrı annelerine telefon etti. " Ben burada Rosa'yla birlikteyim " diyebildi en sonunda.

En kısa zamanda, Rosa Danimarka'ya gitti. Amelia Jarcızn'nin odasının girişine adımını atarken, boğazına sanki bir düğüm takılmış, çıkmıyordu. Yatağın üstünde, zayıf, saygın görünüşlü, tıpkı Rosa'nın yaşlı haline benzeyen bir kadın oturmaktaydı. Amelia'nın gözleri, yaşlardan parlıyordu.

"Bebeğim " dedi " seni her zaman sevdim. Hayatım boyunca beni Anne diye çağırmanı bekledim."

Rosa, tatlı- acı bir duygu hissetti. - birleşmenin sevinci, 55 yıllık bir kaybın üzüntüsüne karışıyordu. Rosa, annesinin yatağının yanına çömeldi, annesinin elini tuttu ve öptü. Her iki kadının da yanaklarından yaşlar süzülüyordu. " bana her şeyi anlatmalısın ", Amelia onun için dua etti.

Rosa, annesine hayat hikayesini anlattığı zaman, dinleme sırası kendisine gelmişti. ve İlerleyen birkaç hafta boyunca, Rosa, Parça parça bölümler halinde anne -babasının, casus olarak suçlandıkları Rusya'dan kaçtıklarını öğrenmişti. Jacob, Sibirya'da bir çalışma kampın sevk edilmişti.

Dondurucu hapishanede yalnız başına, Şubat 1940'da, Amelia Rosa'yı doğurdu. O güzel bebeğini bir hapishane lavabosunda yıkadı, ev yapımı bezleri sırtında kuruladı, ve azgın farelerden korumak için kollarından beşik yaptığı bebeğiyle beraber uyudu.

Bir yıl boyunca, Amelia, altı farklı çalışma kampına aktarılmasına rağmen, Rosa'yı hayatta tutmayı başarabildi. O bir hemişireydi ve verem olduğunda, sonunun yakın olduğunu düşünmüştü.Hastalığı kaptığında, Amelia, Rosa'yı Polonyalı rahibeler tarafından işletilen bir yetimhaneye kaçırdı. Amelia iyileşince, çocuğunu geri almak istedi, ancak Polonyalı direniş ordusuna alınmıştı. Sava? karmaşası içinde, yetimhane bir çok kez oradan oraya taşındı.

Savaştan sonra, Amelia, artık neredeyse kör olan Jacob ile yeniden birleşti. Bütün Polonyayı araştırdılar. Amelia, yetimhanelerin birindeki bir fotoğraftan Rosa'yı tanıdı ama başka bir yere aktarılmıştı ve ipin ucu orada kaçmıştı.

Aramaya devam ettiler, İsrael'i, de Rosa'yı orada bulmak umuduyla bir çok kez ziyaret ettiler.

Amelia felç olduğu zaman, Rosa'yı bulamadan öleceğinden çok korkmuştu.

Rosa ve Lova, Amelia'yı İsrael'deki evlerine getirmek istediler, ama doktorlar durumunun ciddi olduğunu söylediler. Rosa'nın çocukları, erkek kardeşleri ve diğer tüm aile mensupları Danimarka'ya geldiler. Anne-kızın birleşmesinden sekiz hafta sonra, Amelia öldü. Rosa, ona son günlerinde baktı ve Amelia, kızının sevgi dolu kolları arasında hayata veda etti.

" Hiç kimseye sana mucizelerin olmadığını söylemesine izin verme" der Rosa. " En karanlık zamanlarda bile, bir umut ışığı vardır."

Barbara Sofer.

**

Barbara Sofer, Connetticut doğumlu bir gazeteci, yazardır. Kendisi, bilim adamı -yazar Gerald Schroeder ile evli olup, 5 çocuğu ile Yeruşalayim'de yaşamaktadır. Pensılvannia Universitesi ve Yeruşalayim İbrani Universitesi mezunu olan Barbara, her zaman sıradan hayatlarımızı yükseltecek üstünlükleri arayıp öğrenir. Kendisine; This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. adresinden ulaşılabilir.