hanuka partisiEn sonunda Hanuka bayramı gelmişti. Bütün okul görevlerinden, ödevlerden ve karne telaşının ardından ben ve çocuklarım gerçek bir Hanuka kutlamasını iple çekiyorduk.

Öğretmen olduğum için ben de, tıpkı öğrenciler gibi, okul sorumluluklarıyla uğraşıp duruyordum.

Artık her Hanuka'da yaptığımız 'özel' kutlamayı gerçekleştirebilirdik... En sevdiğimiz Çin lokantasında yemek yemek! Ben ve ailem kapıyı açıp lokantaya girerken harika bir ziyafetin hayalini kuruyorduk. Ne de olsa, Hanuka, kutlama, eğlence ve yağlı yemekler bayramıydı! Ayrıca, Çin Dünyası en sevdiğimiz lokantaydı. Buraya en az on beş yıldır geliyorduk.

İçeri girip de her zamanki yerimize oturduğumda büyük bir şoka uğradık. İlk olarak, en az yirmi dakika bekledikten, her garsona çeşitli el işaretleri yaptıktan ve hiçbir şekilde dikkate alınmadıktan sonra, hepimizin karnı gurul gurul guruldamaya bağlamıştı. Açlıktan ölüyorduk neredeyse! Kutlama bu muydu yani? Biraz sonra çocuklarım eve dönüp patates kızartmamı isteyebilirdi bile!

İkinci olarak, bütün hareket sanki lokantanın diğer köşesindeki parti odasında yoğunlaşmıştı.

"Ben oraya bir bakıyorum" dedim eşime. "Neden orada oturanların parti yapıp yemek yediklerini ve neden bize kimsenin bakmadığını ve açlığa terk edildiğimizi öğrenmek istiyorum ".

Bekletilmekten ne kadar nefret ettiğimi bilen eşim "Boşver, haydi direk çıkalım. Sanırım Hanuka dışarı çıkmak için yanlış bir zaman." Dedi ve beni durdurtmak için kolumu tuttu. "Zaten, istediğimiz zaman eve geri dönebiliriz. Sen de bizlere o nefis..."

Biliyordum! Kapıldığım umutsuzluk, "Daha ayrılmak istemiyorum. Bırak da gidip bir bakayım şuraya" diyebilmemi sağladı. Kolumu çekerek karşı çıktım.

Eşim içini çekerek beni bıraktı.

Odanın diğer köşesine yürüdüm... Ne gördüm inanamazsınız! Her yerde balonlar, altın topaçlar, parıldayan menoralar asılmıştı... En az elli kişi masalarda oturuyordu. Duvarda, üstünde yaşlı bir çiftin resminin bulunduğu bir pankart asılıydı: "Mutlu Hanukalar! Mucizeyi kutlayın!" yazılıydı altın yazmayla. Beni en fazla etkileyen şey, bütün o insanların ne kadar da mutlu olduğunu görmek oldu. Sevgi her yere yayılmıştı. Hanuka'nın neşe bayramı olduğunu biliyordum ama o insanların mutlulukları o kadar belli oluyordu ki... Hepsi gülümsüyorlardı ve birbirlerini kucaklıyorlardı. Özellikle de köşede oturan yaşlı çiftin mutluluğunu bir görmeliydiniz! Bu çift, pankartta resimleri bulunan çiftti. Orada dururken, bütün açlığımı unutmuştum. Herkes teker teker yaşlı çiftin yanına gidiyor, onları öpüyor ve hediye paketleri veriyordu.
Birdenbire, içimi korkunç bir kıskançlık hissi sardı. Bu adil değil... Hiçbir zaman bunun gibi kalabalık bir Hanuka partisi yapamayacağım... diye geçirdim içimden. Benim ailemin hiç böyle toplanma adeti yoktur ve ben böyle kalabalık bir aile toplantısının parçası olabilmek için neler vermezdim! Tabii ki ben de eşim ve çocuklarımla kutlayabilirim bayramı ama büyük annelerim, teyze ve amcalarım hiç bizimle beraber olmazlar... Neden o yapabiliyor da ben yapamıyorum? Bu konuyu düşünmeye dalmıştım.

Kara, soğuk duygular içimi sarmıştı. Kendi kendime acımaya başladım ve olduğum yerde çöktüm. Hiçbir zaman böyle bir partim olmayacaksa bile, en azından bunu seyredebilirim diye düşündüm. Sonra, çılgın bir fikir geldi aklıma. Kadına gidip Hanuka bayramını kutlayabilirdim. Böylece, bir şekilde bu kutlamanın bir parçası olabilirdim. Ayağa kalktım ve hala hareketliliğin devam ettiği masaya doğru ilerledim.

"şey... Beni tanımıyorsunuz" diye garip bir şekilde söze başladım... Kendimi aptal gibi hissettim. "Ama partinizin ne kadar güzel olduğunu gördüm ve içimden gelip Hanuka bayramınızı kutlamak geldi." diyebildim.

Kadın bana bakıp gülümsedi, ama benim gözlerime bakışından, bir şeylerin garip olduğunuz sezdim.

"Bir dakika, Şay" diyerek, yanında oturan yaşlı adama döndü. "Bu genç bayanla konuşmak istiyorum" Elimi tuttu ve masadan uzaklaşmaya başladı. "O hayır" diye karşı çıkmaya çalıştım, "Partinizde sizi rahatsız etmek istememiştim. Lütfen oturur musunuz? Lütfen..." diye neredeyse yalvardım.

"Bir dakika" dedi alçak bir sesle. "Önce, size bir şey söylemem gerek..." Elimi omuzlarıma koydu ve beni lokantanın daha sessiz bir bölümüne götürdü.

"Partiye baktığınızı gördüm ve burada neler olup bittiğini anlamaya çalıştığınızı fark ettim. Belki bu partinin sizin olmasını istediniz içinizden. Doğru değil mi?" diye sordu.

Bunu nasıl olur da bilebilirdi? Çok şaşırmıştım. Utanç içinde kızarmıştım. Sıcaklık içimi kaplamaya bağlamıştı. Yanaklarımın yandığını hissediyordum. Yere bakarak bağımı salladım.

Elini uzatıp yüzümü kaldırdı. Yumuşak bakışlarıyla gözlerimin içine uzun uzun baktı.

"Sana bu partinin ne olduğunu anlatmak istiyorum. Böylece, gerçekten kıskanacak hiçbir şey, ama hiç bir şey olmadığını göreceksin."

Ona inanamayarak bakakaldım. İlgiyi, hediyeleri ve bu kadını sevdikleri her hallerinden belli olan insanları kıskanmak değildi düşündüğüm. Bana söyleyeceklerinin benim için her hangi bir fark yaratıp yaratmayacağından şüphe ettim.

"İlk olarak, bu partinin ne için düzenlendiğini biliyor musun? " diye sordu bana.
"Sanırım... Bu bir Hanuka partisi" dedim titrek bir sesle.
"Bütün bu insanların burada olmasının nedeni, bunun benim için çok özel bir Hanuka partisi olması. Yani bu konuda haklısın, bu Hanuka benim için çok özel çünkü birkaç ay önce doktorlar Hanuka'yı görebilecek kadar yaşayamayacağımı söylemişlerdi..."

O an şok olmuştum, ağzım bir karış açık kalmıştı...

"Evet", diye devam etti. "Geriye aile bireylerinden kimse kalmadı... Burada gördüğün 'misafirler' beni kalp krizinden kurtaran hemşire ve doktorlar... İşte orada..." diye işaret etti, "benimle her an beraber olması gereken özel hemşirem ve şurada da," diyerek köşedeki masayı gösterdi: "benim eşim oturuyor. O benim ilk gençlik aşkım, bunu biliyor muydun? Ailemden kalan sadece o var." Hüzünlü hikayesine devam ederken elimi tuttu: "Masada bir de diyetisyen var. Benim özel diyetime uyup uymadığımı kontrol ediyor..." Bana dönüp hüzünle gülümsedi.

"Eşimin bu partiyi düzenlemesinin bir başka nedeni de, herhalde bir sonraki Hanuka'yı göremeyecek olmam. Ama benim bunu fark ettiğimi hala bilmiyor... ve böylesine rol yapmak benim için öylesine zor ki...Bunu sadece onun için yapıyorum...İşte bu yüzden bunları birilerine anlatmam gerekiyordu." Bana sert bir bakış attı.

"Bir ailen var mı canım? " diye sordu. Ağzımdan o an bir şey çıkmadı, yavaşça elim kaldırıp eşimle çocuklarımın oturduğu masayı işaret ettim.

"Ah, evet" diye bağını salladı. "Ne kadar da tatlı, ne kadar da genç ve sağlıklı... Görüyorsun ya canım, " dedi, "burada şanslı olan aslında sensin..."

Bana bakıp inanılmaz şekilde gülümsedi, omuzlarını dikleştirdi ve büyük bir saygınlıkla partisine geri döndü.

Gözlerim yaşlarla dolmuş bir şekilde geri döndüm. Boğazım düğümlenmişti.

Kendimi o kadar cansız, o kadar alçak hissediyordum ki. Neyin aslında önemli olduğunu nasıl da unutabilmiştim? Sağlık, harika bir eş, mükemmel çocuklar ve mutlu bir yuva... Şimdi her şeyi, bütün garsonların neden bu kadar ihtimamlı davrandığını anlıyordum. Nasıl olur da o kadını bir anlığına bile olsa kıskanmıştım?

Masamıza geri döndüğümde, çok daha olgunlaşmış hissettim kendimi.

"Amma da uzun kaldın" dedi eşim bana, "Pek, ne zaman bizle ilgilenecekler mi? acaba?"

"Biliyor musun?" dedim, eşimin elini alıp iyice sıkarak, "Birazcık daha bekleyebiliriz, sorun değil." dedim. Gülümsedim. Hatırladıkça Yüreğim sızlıyordu. "Zaten bu gün Hanuka değil mi? Ailenin bir araya gelme zamanı!"

"Evet, doğru" dedi beni onaylayarak. Elimi daha da sıktı. Ona gözlerimdeki yeni bir sevgiyle baktım, ardından çocuklarına döndüm. Onların hayatımda olması bir mucizeydi, aslında diye düşündüm. Gerçekten Tanrı bizi kutsuyor… Gerçekten kutsuyor...
Masanın etrafına bakarken, söyleyebileceğim tek bir şey vardı: ve ancak o zaman, bunun asıl anlamını anlamıştım: "Hepimize Mutlu Hanukalar!" dedim.

Rina Friedman

***

Rina Friedman, bir eş, bir anne ve bir eğitimcidir. Yahudi yaşamı hakkındaki tecrübelerini yazmaktan hoşlanır. Rina, ayrıca yazmayı, yemek pişirmeyi, gezmeyi, gitar almayı ve her yaşta çocuklarla oynamayı sever. Özellikle de kendi çocuklarıyla!