Bu, Berlin'in en renkli zamanında yaşamış çok zengin bir Yahudi olan Yankele Berliner'in hikayesidir. Kendisi, Alman reform hareketi ve Hasgala dalgasının sonucu olarak yayılan laiklik ve aydınlanma zamanında yaşamıştır.

Yankele Berliner, cömertliği ve onuruyla ün salmıştı. O, gururlu bir Yahudiydi; kendi statüsü uğruna başkalarını asla küçümsemez, yukarıdan bakmazdı. Yahudi kimliği çok güçlüydü ve açıkça "HASHEM iyi ki beni bir Yahudi olarak yarattı!" derdi. Bu duyguların ışığında, Yankele, Şabat günleri, çekinmeden, hasidlerin özel giysileri olan ştrimel ve bekeşesini giyer, yıpkı Mısır'da, kendilerine özel kıyafetleri koruyan atlarımız gibi, kimliğine sahip çıkardı. Yahudiliğinden asla utanmaz ve her açıdan bu değerini korumaya özen gösterirdi. Kapısı, nereden ve ne için gelirse gelsin, her Yahudi için açıktı. Tüm konuklarını cömertçe ağırlar, onların maddi ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, sevgi ve sabırla dertlerini dinleyerek ruhlarının ihtiyaçlarına da çare bulmaya çalışırdı. Yankele, her zaman başkalarını düşündüğü için, Haşem'in de "onu düşündüğü" ve Yankele'yi zenginlikle ödüllendirdiği açıkça görülüyordu.

Yankele'nin eşi, Yankele'yi dinleyen iyi bir eşti. Ancak bir konuda ısrarcıydı- tek oğulları Hanoch... Yankele'nin eşi, Berlin'in "aydın" kesiminden etkilenerek, oğlunun haytta başarılı olabilmesi ve Yahudi çevresi dışındaki dünyaya ayak uydurabilmesinin tek yolunun, her alanda, ileri düzeyde laik bir eğitim almasına bağlı olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla, oğluna, paranın satın alabileceği, en iyi laik ve "aydın" öğretmenleri çağırttı Akıllı oğlunun, Alman tarih, bilim ve düşünce sisteminin en yetkin bilgileri ile donanmasını sağladı. Bunlar, tek başına yıkıcı olmayabilirdi, ancak Hanoch'u Yahudilik eğitimi için gelen öğretmenler, kendilerini aşağılayan Alman hocaların çocuk üzerindeki etkisinin çok baskın olduğunu gördüler. Özellikle bir hoca, parlak zekalı bu Yahudi çocuktan çok etkilenmiş ve ona göz koymuştu. Onunla özel olarak uzun uzun konuşurdu Kimse bu konuşmaların içeriğinin ne olduğunu, çok geç olmadan fark edememişti. Yankele, tartışmalara son vermek için eğitim konusunda sorumluluğu eşine bırakmıştı. Ama bu melesef büyük bir hata olmuştu. Hanoch'un hocası, onu, Yahudi çevresinden uzaklaştıracak bambaşka bir ortamın içine çekti. Çocuk, kısa zaman içinde, değerlerinden çok daha fazla uzaklaşmaya başladı. Zamanı gelince, hemen evden ayrılmayı ve yüksek seviyede bir eğitime devam etmek istediğini ailesine bildirdi. Hanoch, üniversite çağına geldiğinde, kendini ailesinden ve evinden neredeyse tamamen kopardı. Onun gözünde, kendisi, Alman, "elit" kesiminin bir parçasıydı ve Alman toplumundaki ileri gelenlerle rekabet edebilecek, onlarla beraber çalışabilecek bir kişiydi. Bu Yankele'nin kalbini kırıyordu ama artık, durumu tersine çevirebilmesi için zaman çok geçti.

**

Yankele, bu dünyadan ayrılana kadar bu durum böyle devam etti. Oğlu, şimdi kendini çağırdığı şekliyle Heinrich, hiç bir zaman anlamadığı babasına karşı son görevini yerine getirmek için üniversiteden eve çağırıldı. Şiva'dan ya da beklenmesi gereken mantıklı yas süresiden sonra, muhasebe ve yasal işler hakkında ileri düzeyde çalışmalar yapmış Heinrich, babsının belgelerini incelemeye başladı.

"Ne kadar da zengin bir adam!" dedi hayran hayran. "İnanamıyorum! Benim yaşlı babamın işletme ve finans konusunda doğal bir yeteneği varmış! Eğitimsiz olması ne kadar da üzücü... Bir de üniversitede okumuş olsaydı, kimbilir ne kadar daha zengin ve ne kadar güçlü olurdu..Belki profesör bile olabilirdi!"

Belgelere ve dosyalara daha da derinden dalan Heinrich birden kaşlarını çattı. "Gora Kolwaria...Gola Kolwaria? Bütün bu para bu adrese yollanmış... Ama bu nedir ki? Babamın esas yatırımlarından biri mi? Ama görebildiğim kadarıyla, buradan hiç bir para dönüşü olmamış, bu yatırımdan hiç bir para kazanılmamış, hesaba para geri dönmemiş. Neden? Bunu bir soruşturmak gerek!" Heinrich, bu adrese mektuplar yolladı, ama hiç bir cevap alamadı. Babasıyla bu "yatırım" arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmaya çalıştı ama hiç bir bilgi elde edemedi. Hem meraklanmış hem de sinirlenmişti. Varşova'ya yakın bu küçük şehrin tam yerini öğrenebilmek için haritaya baktıktan sonra, bütün bu kayıp paranın ne olduğunu ortaya çıkarmak için oraya kişisel olarak gitme planlarının tamamladı.

Herzamanki "elit" tarzına büründü, Varşova'ya birinci sınıf trenle gitti. Oradan, Monketov'a, ardından da Vistula nehri kıyısındaki Gora Kolwaira'ya gitmek için birinci sınıf bölümden yer istedi, ancak Polonyalı yetkililerin garip bakışlarına maruz kaldı. En sonunda, bir adam, nazikçe ona açıklama yaptı: "Varşova ile gitmek istediğiniz yer arasında tren bağlantısı yok. Gora Kolwaira, Vistula nehrinin yaklaşık 30 kilometre güneydoğusunda kalır. Polonyalılar, oraya Nowy Jeruzalem derler. Sanırım oraya bugün giden son yerel treni kaçırdınız. Oraya gece olmadan önce ulaşmak istiyorsanız, herhangi bir ulaşım vasıtası ile oraya doğru hemen yola çkmanız gerekir. Çok küçük bir kasaba orası, anlıyor musunuz? Belki köylülerin kullandığı at arabalarından birini kullanabilirsiniz...?"

Heinrich, o yolculuk sırasında bütün kemiklerinin yerinden oynadığını hissetti. At arabasının doğal olarak amortisörleri yoktu. Ayrıca, ne atlar ne de sürücü, saygın yolcularına özen göstermiyordu. Heinrich, ulaşmak istediği yere varınca, daha da büyük hayal kırıklığına uğradı. Burası ile ilgili paranın miktarını düşününc, ya büyük binalarla ya da babasının kurduğu bir fabrikayla karşılaşacağını umuyordu. O büyüklükteki bir yatırımın, adreste bulduğu yer olan yeşivayla bağlantılı olabileceğini, tabii ki düşünmemişti. Neredeyse şok olmuş bir halde, yeşivaya girip, "müdür" ile görüşmek istediğini söyledi. Kendisini, kıyafetlerinin ve görünümünün babasını hatırlatan bir hasid olan şama? karşılamıştı. Şamaş, gelen bu genç adama şüpeyle baktı ve kravatıyla, mendiliyle bütünlük içinde olan Viyanalı kıyafetini uzun uzun süzdü. Düzgün saçları, şapkası, botları herseyi fazla özenli ve şıktı.
Heinrich, ismini verdi, babasınınkini de ekledi. "Berlin'den Yaakov" diyerek, "yetkili biriyle " Babasının işi ile ilgili görüşmek istediğini bildirdi. Şamaş, "Yankele Berliner" in ismini duyunca, tanıdığını belirten bir jestle iç odalardan birine hızla daldı. Kısa bir süre sonra yeniden ortaya çıkarak, Heinrich'I, sefarimlerin durduğu büyük bir çalışma odasına aldı. Onu karşılayan kişi zamanın en büyük manevi hocalarından olan Rabi Arya Leib Alter'di. Zamanın Gur Hahamıydı. Gur, ya da daha bilinen ismiyle Ger, Yahudiler'in Gora Kolwaria'ya verdikleri isimdi. Burası, etrafına ışık saçan iki büyük Yahudi alimi barındırdığından Tora çalışmalarının merkezi olmuştu. Heinrich'in yolculuğu, onu, babasının bir zamanlar eğitim gördüğü yeşivaya ve onun hocasına getirmişti. Heinrich, ruhun içine ulaşmaya çalışan, içeri girmek için bir pencere arayan, Yahudiliğin ateşini yeniden yakmak için bir kıvılcım arayan kutsal gözleri fark ederek bir anlığına büyülendiğini hissetti.

"Demek Yankele Berliner'in oğlusunuz?" diye sordu Rabi yumuşak bir şekilde. "Adınız nedir? Neden buradasınız?" Rabi'nin bütün soruları çift anlamlıydı. "Adım Heinrich." diye cevap verdi genç adam. "Babamın işi ve yatırımları hakkında bilgi almak için geldim buraya" diye devam etti. Rabi, sessizce başını salladı. "Babanızın size verdiği isim neydi ve niye buradasınız?" diye üsteledi Rabi bir kez daha. Heinrich, dengesini kaybetmiş gibiydi ve nasıl cevap vereceğini bilemedi. Öfkelenerek, kendi kendine, neden buralara kadar gelmek için zahmete girdiğini sormaya başladı. Bu Rabi, kendisinden ne istiyordu? Bütün bu yersiz soruların, babasının yatırımlarıyle ne ilgisi vardı?

Duygularını kontrol altına alıp, Rabi'nin sorularına dönerek, Heinrich, kültürlü bir iş adamının tavrıyla, tıpkı bir konuşma yaparmış gibi cevap vermeye başladı: "Buradaki gayrimenkule yüklü miktarda para yatırılmış olduğunu gördüm. Ama babamın hesaplarında ya da kayıtlarında, buradan gelen her hangi bir para miktarı göremedim. Değerli Rabi, buraya gelmemin sebebi.." Ama bu noktada Rabi, genç adamın sözünü kesti. "Evet. Yankele çok zengin bir kişiydi. Babanız Yankele'nin çok farklı yatırımları vardı. Bazılarının geri dönümü, diğerlerinden çok daha fazlaydı. Söyle bana Hanoch, babanın, bütün bu yatırımlardan sana bıraktığı nedir?" Heinrich/Hanoch uzun zamandır kullanmadığı ismiyle çağırılmaktan solayı kendini garip hissetmişti ama iyi bir izlenim bırakmak için kendini zorlamaya devam etti. Gururlu bir şekilde uzun uzun anlatmaya koyuldu:

"Babam, bana ve anneme, herşeyini bıraktı!. Berlin'de oteller, Frankfurt'ta evler, ve daha birçok banka ve yatırımlar! İşinde çok ustaydı. Ayrıca burada da bir yatırımı var. Ama anlamıyorum., çünkü.." Rabi, bir kez daha sözünü kesti. Bu kez tavrı daha sertti. "Hayır Hanoch, anlamıyorsun. Şimdi tekrar soruyorum. Baban sana, oğluna, kişisel olarak ne bıraktı?" Rahatsız olmuş bir halde, Heinrich, bir kaç tane daha evi ve gayrimülkü sıraladıktan sonra, Rabinin yüz ifadesinden bunların sorulmadığını anlayınca, büyük sabırsızlıkla, "Benden ne istediğinizi bilmiyorum! Babamın bana bıraktığı ve size söylemediğimi düşündüğünüz ne olabilir ki?" dedi.

Heinrich, kendisine rağmen, aklının bir köşesinde rahatsız edici bir değişim hissetti. Yüzünü inceleyen akıllı, erdemli gözleri izlerken, kutsal bir kişinin yanında olduğunu birdenbire fark etti. Uzun zamandır bastırdığı anılar, isteğine karşı gelerek, yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı: Şabat mumlarının önünde durmak ve parlaklıklarını hissetmek; Pesah'ta Agadayı okuyan zengin bir masa etrafında toplanmış onlarca konuk... ve sonra kendini gördü: talletlerine sarılmış adamların başları eğik biçimde, sessizce dua ettiği sinagogtaki küçük çocuk... Baal Tekiah'ın şofarı çalışı ve o tüyler ürpertücü sesin bütün mekanı doldurup, uyuyan her kalbin içine sızması...Evet, o zaman şofarı'ın çalındığı yer olan bimah'ın tam karşısında durmuştu. Birden çocukken duyduğu o heyecanı hatırladı. Hanoch gözlerini sessizce kaldırdı, Rabi'ye daha çekingen bir tavırla döndü. Şimdi daha fazlasını duymak istiyordu.

"Genç Adam!" dedi Rabi, kayıp Yahudi evladı için endişe duyarak. "Sevgili baban Yankele Berliner bir Yahudi olarak yaşamıştı ve Yahudiliğinden her zaman gurur duyardı. Yahudi kıyafetlerini giymekten utanmaz, günde üç kez duasını eder, Yahudi kökleri ve gelenekleriyle ilişkisini hiç bir zaman koparmazdı. O, maddi yatırımları daha yüksek bir amaç için, Tora öğrenimini ve yeşiva dünyasını desteklemek için kullandı. Sadece kendi yeteneği sayesinde değil, Dünyanın Hakimi Tanrı sayesinde de başarılı oldu. Bu dünyadaki kazancının bir bölümünün tadını çıkardı ama daha bundan da önemlisi, yaptığı katkılarının geri dönüşünü,'Olam Haba'da, yani Gelecek Dünyada görecek. Burada, bu dünyada neden varolduğunu, o, çok iyi biliyordu- Tora cemaati ve Yahudi kardeşleri için gerekli parayı sağlamak için. Ne yazıkki, Hanoch, babanın bütün yatırımları henüz geri dönmedi. Sen, onun tek oğlu, sevgili evladı, henüz onun adımlarını takip etmeye başlamadın. Onun o muhteşem karakter özellikleri, iyiliği ve İsrael sevgisi nerede ? Babanın, kendi babasından miras aldığı Yahudi öğrenimi ve Tora sevgisi nerede ? Neden gerçek mirasının peşinde koşmuyorsun? Babanın, gerçekte, sana bıraktığı nedir?"

O andan itibaren ışık ve anlayış doğmaya başladı. Gerçek mirasa sahip çıkmanın zamanı gelmişti...