Yazdır

1970 yılının Kasım ayıydı. Rose, yakın zamanda 107.doğumgününü kutlayan annesine haftalık ziyaretini yapmak için otobüse bindi. Pencereden dışarı baktığında, İsrael Toprakları'na baktığında nasıl da her zaman heyecanlandığını düşünüp huzurla doldu. Burada neredeyse 25 yıldan uzun bir süredir yaşıyor olması önemli değildi.

Otobüs, kırmızı ışıkta durduğunda, Rose, bir kaç dakikalığına dinlenmenin lüksüne bıraktı kendini. Gözlerini kapatıp, geçmiş zamanı düşündü. Hala, Transilvanya'nın Romanya tarafındaki Hermanstadt kentindeki aile evlerini capcanlı bir şekilde hatırlıyordu. Dışarıdaki geniş avlu ve biri sebze, biri de meyveler için olan iki küçük bahçenin her ayrıntısı aklındaydı. Annesinin çiçeklere olan ilgisi sayesinde, her yer, rengarenk çiçeklerle kaplıydı. Ailede bütün bu turuncu, sarı, kırmızı çiçeklere, 'Büyükanne Zisa'nın çiçekleri' denirdi.

Evleri, 10 çocuklu, büyüyen bir ailenin neşe dolu sesleriyle çınlardı hep. Ancak, Büyükanne Zisa, evliliğinin ilk on yılında hiç çocuk doğuramamıştı. Kalbi kırık bir şekilde, eşiyle beraber, berahasını almak için Rabi Sanzer'e gitmişti. Bir değil, bir çok çocuğa sahip olmasını dileyen beraha, cevap görmüş, Büyükanne Zisa, sadece kendi çocuklarını yetiştirmekle kalmamış, daha sonra dul kalınca, beraber yaşamaya başladığı kızı Gittel'in 10 çocuğunu büyütmesine de yardımcı olmuştu.

Ailenin bazı üyeleri, kamplarda zorluklarla dolu korkunç yıllar geçirdiği halde, bütün aile, inanılmaz bir şekilde, savaştan sağ sağlim çıkmış ve hep birlikte 1950 yılında İsrael'e gelmişlerdi.

Rose, annesinin dindarlığını düşündü. Yüzeyde, çok basit, mütevazi, karşılaştığı herkese nazik davranan bir kadındı Büyükanne Zisa. Lezzetli Kichel ve Şabat için hazırladığı dev cholentileri ile meşhurdu. Çocukları ile torunlarını her zaman büyük bir zevkle ağırlardı. En büyük mutluluğu, çocukları arasındaki barışı görmekti. Hermanstand'ta, Cuma geceleri, yemekten sonra, zemirotlar için Büyükanne Zisa'ya gidilirdi. Şabat günlerinde ise, herkes, Kiduş ve lezzetli bir kahvaltı için sinagogdan dosdoğru ona giderdi.Pesah'ın ilk gecesi,, Seder'in ikinci bölümünü tamamlamak için ona gelinirdi. Ve ikinci gece, herkes, yine omer'I saymak için toplanırdı. O, insanları bir mıknatıs gibi çekerdi. 50 torununun ve onların sayısız çocuklarının isimlerini hiç bir zaman karıştırmaz, hepsinin doğumgününü bilirdi.

Ama, acaba onun görünen sukunetinin ardında yatanı gerçekten bilen biri var mıydı? Rose bunu merak etti. Kendisi, bir parça biliyordu. Sık sık, Yom Kipur'un üzerine, bir sonraki günün yarısına kadar, annesi, "a drier" orucu tutardı.

"Anne" diye yalvarırdı çocukları ona, "Bir şeyler ye!"
"Biraz sonra çocuklarım" derdi yumuşak sesiyle, zamandan kazanmaya çalışarak. Ancak, yine de, çocuklarının karşı çıkmasına rağmen, orucu uzatır, ertesi günün sabahına kadar bir şey yemezdi.

Yakın aile, Büyükanne Zisa'nın pazartesi ve perşembe günleri oruç tuttuğunu bilirdi. Ama çoğu insan, onu, sadece elleri kurabiye ve bal kekiyle dolu olan tatlı bir kadın olarak tanırdı. 96 yaşında bile, çocuklarını, torunlarını, torunlarının çocuklarını ziyaret etmek için, kurabiyelerini yüklenir, Eretz Yisrael'de tek başına nasıl seyahat ettiğini düşündü Rose gururla.

Yoldaki yeşil beyaz tabelalar, Rose'a yakın zamanda varacağını gösteriyordu. İyi kapli, tatlı Anneciğim, diye iç geçirdi Rose. Benden başka hiç kimse, Rabi Satmar'ın, sen odadan içeri girdiğinde ayağa kalktığını bilmiyor. Babasının ölümünden sonra, annesine Rabi'ye giderken refakat eden Rose idi. İçeri girdikleri anda, Rabi ayağa kalkmıştı. Rose, aralarında geçen konuşmayı hatırlamayı çok isterdi ama Rabi'nin ışıldayan yüzünü hatırlıyor olması bile onun için yeterliydi.

Otobüs, annesinin sokağının tanıdık köşesinde durdu. Rose, el çantasını aldı, ceketini giydi, annesi için her hafta pişirdiği yemekleri eline aldı.

Rose, annesinin küçük dairesinin kapısına tıklattıktan sonra kapıyı anahtarla açtı. "Sen misin yavrum?" diye seslendi içeriden Büyükanne Zisa, başını yastığından kaldırarak. "Bugün çok yorgunum. Bu yüzden, her zaman kaldığın kadar uzun kalmamalısın. Ama yapmam gereken bir kaç şey var."

Her şey tertemiz olmasına rağmen, annesi, Rose'dan, yatak örtülerini değiştirmesini ve yıkanmasına yardımcı olmasını istedi. Annesi, Rose'un yanağını sıkıp, elini tuttu ve "Haydi eve git yavrum. Şimdi uyumak istiyorum" dedi. Rose geleli, daha bir saat olmamıştı bile.

"Belki de önce bir doktor çağırsam anne," diye cevap verdi Rose endişeli bir sesle.

"Hayır. Buna gerek yok. Kendimi iyi hissediyorum. Sadece biraz uyumaya ihtiyacım var. ve eve karanlıkta dönmeni istemediğimi bilirsin..."

Vardıktan bu kadar kısa bir süre sonra ayrılması normal olmasa da, Rose, annesini öpüp otobüs durağına doğru yürüdü. Eve gider gitmez, kardeşini arayıp, durumu anlatmak ve bir doktor çağırmalarını söylemek istiyordu. Şimdiden bir doktor çağırıp, annesinin isteğine karşı gelip onun öfkelendirmeye gerek yoktu. Zaten iyi görünüyordu, sadece normalden biraz daha bitkin bir hali vardı.

Rose gider gitmez, Büyükanne Zisa, gücünü toparlayıp yatağında doğruldu. Damadını arayarak "Lütfen hemen gel" diye fısıldadı.

Panikleyerek hemen yanında oldu damadı. Kayınvalidesinin yüzünü ve herzamanki tatlı gülümsemesini görünce rahat bir nefes aldı.

"Zolstu zein gebentched" diye selamladı Büyükanne Zisa onu. "Her şey için teşekkür ederim. Lütfen burada kal. Benimle beraber Viduy'u söylemeni istiyorum." Ona dua kitabı siduru verdi. Duanın sayfasını açmıştı bile.

Damadı kitabı, titreyen elleriyle aldı. "Ama Anneciğim, bu gerekli mi? Gayet yi görünüyorsun. Belki de bir doktor çağırsam?"

"Hayır, oğlum. Şimdi acele et. Zaman geldi."

Bu dünyadan ayrılma zamanının geldiğini biliyordu. Her şeyin farkındaydı. Damadı, yatağının yanında durdu, onunla beraber, kısık bir sesle, Viduy duasını söyledi. Bitirdikleri anda, Büyükanne Zisa, gözlerini kapadı ve huzurlu bir şekilde son nefesini verdi.

Damadı, titreyerek doktoru çağırdı. Doktor hemen geldi. Hastasını gördükten sonra, üzüntüyle, "Yatağımda böylesine huzurlu bir ölüm için hayatımın 10 senesini mutlulukla verirdim. Yüzü ne kadar da sakin. Sanki çevresinde onu kaplayan huzur dolu bir ışıma var. Ölümü, sadece İlahi öpücüğün bir sonucu olabilir..." dedi.