İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, İngiltere'de hemen hemen hiç Yahudi bulunmazdı. Teşkilatlanmış bir Yahudi cemaatinden söz etmek mümkün değildi ve dini çalışmalar, ancak bir kaç küçük bölgede, bazı cemaat liderlerin kişisel çabaları sayesinde yapılırdı.

Dışarıda, daha büyük bölgelerde, haham genellikle şohet olarak görev yapardı. Cemaat, Tora öğrenimi ve Yahudilik uygulamalarından yoksundu. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Polonya ve Rusya'daki acımasız pogromlardan ve dayanılmaz sefaletten kaçan Yahudiler'in bir çoğu, bu "altın fırsatlar diyarı"na gelmişti. Bu yeni ülkeye vardıklarında, başarılı olmanın sırrının Yahudi kimliklerinden vaz geçmek olduğunu düşünüp hataya düşmüşlerdi. Dolayısıyla, kendilerini, Yahudiliklerine ait bütün özelliklerden sıyırmışlardı. Bazıları, işlerini kaybedecekleri endişesiyle, Şabat günü çalışmamayı göze alamadı. Yahudilerin, yaşamak için suya kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyan balıklara benzediğini fark edememişlerdi. İşte Tora da su gibiydi ve Yahudi insanların nesiller boyunca manevi olarak ayakta durabilmesi, Tora öğrenimi ve Yahudiliğe göre sürdürülen bir yaşam tarzına bağlıydı.

Ülkeye gelen bu insanlardan çoğu, aslında Amerika'ya gitmek niyetindeydi, ancak artık daha fazla masraf yapamayacak duruma gelmişlerdi. Ülkenin orta bölgesindeki, sanayi şehri Newcastle yakınlarında gri, donuk Gateshead kenti bulunmaktaydı. Hafetz Hayim'in öğrencilerinden Rabbi Dreyan adında bir şohet burada yaşardı. Yahudi neşaması ve ulusun yaşamsal kaynağındaki büyük dini eksikliği farkeden rabbi, bu tehlikeli durumu iyileştirmek için çareler aramaktaydı. Bir poundluk mütevazi bağışlar ve iki öğrenciyle yola çıkan Gateshead Yaşivası büyüdü ve İngiltere'deki Yahudi dini öğreniminin ölçeğinin genişlemesini ve Tora'nın burayı aydınlatmasını sağladı. 1929 ve 1942 yılları arasında, Yeşiva gittikçe genişledi ve öğrencilerin sayısı 40'I buldu. Bu yeşivada, Rabi Nahman Londinski, Rabi Eliezer Kahan gibi çok değerli hahamlar eğitim verdi.

Peki yeşivaya giden bu erkekler kimlerle evleneceklerdi? Tora eğitimini sadece erkekler mi alacaktı? Rabi Eliyahu Eliezer Dessler'in rehberliğinde, kızlara da Yahudi öğreniminin sağlanabilmesi için Kızlar Öğretmen Yetiştirme Okulu kuruldu. Yeşiva'nın haritanın üzerinde sarsılmaz bir konumu vardı ve burası, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupalı kaçaklar için güvenli bir vahaydı.

Yahudiler hakkındaki hiç bir anlatım, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanılan trajediyi tam olarak ifade etmeye yetmez. Ulusumuzun ortaya koyduğu kahramanlığı tarif etmek için sözcükler yetersiz kalır. Sava? yıllarında Gateshead'e gelen Yahudi bir ahçı olan Sara'nın hikayesi dilden dile dolaşır. Sara, savaş sırasında evlerde çalışma amacıyla İngiltere'ye giriş izni alabilmiş Yahudi bir kadındır. İngiltere'ye girebilmek için, Sara yeşivada ahçılık görevini üstlenir ve o zorlu yıllar sırasında yaşamını sürdürebilir. İngiltere'ye kaçmadan önce, Hollanda'da oğlu Hayim ile saklanır. Eşi ölmüş, çok sevdiği kızından ayrılmıştır. İnsanlar ona hala yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu söylerler: "Artık kızını düşünmemeye çalış.Sen şanslı olanlardan birisin! Onu bir daha göremeyebilirsin..." Ama Sara'yı hiç bir söz teselli etmez. Yaakov Avinu'nun oğlu Yosef'I unutamayışı gibi, Sara da, kızı Marşa'nın hayatta olmama ihtimaline inanmak istemez. Zira, Hazal'in öğrettiği gibi, insan ancak birinin gerçekten öldüğünü bilmedikçe umudunu kesmez. Sara, aylar boyunca, büyük bir kararlılıkla araştırmalarına devam eder. Günün birinde, savaşın yerle bir ettiği Avrupa'yı kaplayan siyah bulutların arasından iyi bir haber almayı umut eder ve bunun için sürekli dua eder.

Bir sabah, Sara ocağın başında dev bir kazanda çorba pişirirken, genç bir postacı elinde bir mektupla ona gelir. Mektup, Sara'nın irtibat kurduğu araştırma organizasyonlarından birindendir. Mektupta şunlar yazılıdır: "Kızınızla ilgili olduğuna inandığımız bir takım bilgilere ulaştık. Kimliğini tespit ettiğimiz genç kız, bize verdiğiniz ayrıntılarla örtüşüyor. Hristiyan bir organizasyon tarafından kurtarılmış bir grup kız ve erkek çocuk bulduk. Porthsmouth yakınlarında bir kente getirilmişler, orada bir Hristiyan okulunda eğitim alıyorlar..."

Sara ocağı kapatıp oturur ve aynı anda hem gülmeye hem de ağlamaya başlar. Elinde o değerli mektubu sıkı sıkı tutarak, "Bakın! Elimde Ne var! Tanrı'ya şükür! Baruh Haşem! Bakın, bakın! O yaşıyor!" diye bağırır. Yaşlar gözlerinden kontrolsüzce akmaktadır. "Marşa'mı yeniden görebileceğim! Marşam bana geri gelecek!". Sara yerinde duramaz. Yeşiva görevlileri, onun bağırışlarını duyup neler olduğuna bakmaya gelir. "Bakın!" der onlara Sara, "Kızım Marşa hayatta ve durumu iyi! Bunu başından beri biliyordum!" Mutfak heyecan ve neseyle dolmuştur. Kahkahaların ardından, şarkılar söylenir, herkes mutlu kadını kutlar.

"Seni kızına kim kavuşturdu?" diye sorar Rivka adındaki başka bir görevli.
"Dindar iş adamı Bay İsrael'I hatırlıyor musun?" diye karşılık verir Sara, "O şimdi bombalardan kurtulmak için ailesiyle ülkede, burada kalıyor. Kendisi, bir çok ilişkiye sahip dinamik, harika bir adam. Bana, İngiltere'ye giriş izni almam için yardım etmiş, kayınbiraderim David ile irtibat kurmamı sağlamıştı. Marşa'nın nerede olduğunu öğrenmemiz de onun sayesinde oldu. Sava? sırasında kaç Yahudi'ye yardım ettiğini tahmin edemezsin!"

Bay İsrael vasıtasıyla, Sara Marşa ile irtabat kurar ve yeşivaya gelmesini sağlar. Sara, kızyıla buluşacağı günü iple çeker. Bu arada, onun kaldığı organizasyonla resmi görüşmeler de yapılır.

Marşa'nın geleceği günün sabahı soğuk ve karlıdır. Sara, savaş koşullarında neredeyse imkansız olanı başarmış ve kızı için harika bir pasta yapmıştır. Yeşivada bir bayram havası vardır; herkes o gün, Sara'yı kutlar. Kapı çaldığında, heyecan doruğa çıkar. Sara'yla beraber çalışan Rivka, kapıyı açması için Sara'yı yüreklendirerek öne iter.

Sara, koşup, kızını karşılamak için kapıyı heyacanla açar. Kolları, kızını hemen kucaklamak için açılır. Ama o sevinçli anı, bir anda acıya dönüşür. Kız, içeri, yüzünde donuk bir ifadeyle girer, Sara'nın açık kollarını görmezden gelir. Kıza, amcası, Sara'nın kayınbiraderi eşlik etmektedir. Marşa, dimdik durur, hiç bir şey söylemeden ve kıpırdamadan Sara'nın yüzüne dik dik bakar. "Marşa, Marşam benim! Beni tanımadın mı? Ben senin annenim!" diye haykırır Sara. Ama Marşa, hiç kıpırdamaz. En sonunda, buz gibi bir ses tonuyla, "Ne demek istiyorsun? Senin hakkında hiç bir şey bilmiyorum. Seni aradığımda, yanımda değildin. Ve siz, hepiniz Yahudisiniz! Benim kendi ailem var. Bütün rahibeler benim dostlarım!" der ve arkasını dönüp kapıdan hızla çıkar. Herkes dona kalmıştır, Sara acı içinde ağlıyordur. Hristiyan misyoner grubunun, Marşa'nın beynini yıkadığı ortadadır. Onu, Nazilerin kıyımından kurtarmışlardır, ancak ruhunu hapsetmişlerdir.

Marşa, kardeşi Hayim'i hatırlamaktadır. Kardeşi ve daha sonra amcasıyla irtibat kurmuştur. Onlar da, hediyeler ve kızı teşvik edecek başka yollarla karşılık vermişlerdir. Ama yine de Marşa, annesi, kendi insanları, Yahudiliği ile her türlü ilişkiyi koparmıştır. Hiç tereddüt etmeden, onu elinde tutsak tutan diğer dünyaya geri dönmüştür.

"Şimdi ne yapacağız David? Şimdi ne yapacağız?" diye kayınbiraderine ağlar Sara. David, Sara'nın yüzüne endişeyle bakar ve verecek bir cevap bulamaz. Sara kendini yenik ve yıkılmış hissetmektedir. Kaybı tarif edilmez boyuttadır. Çocuğunu kaybetmek, sonra onu bulmak, ama onu tekrar Yahudi olmayan misyonerlerin eline, resmi bir "çocuk kaçırma" yoluyla kaptırmak, onun için çok fazladır. "Yaakov Avinu da Yosef'I, Yahudi olmayanların eline kaptırmıştı." der Sara, "Ama Yosef'in Mısır'da yaşadığı ortaya çıkınca, Yaakov, "Yosef hala hayatta!" diye haykırmıştı. O hala Tora ve mitsvalara bağlı bir Yahudiydi. Ama benim Marşam -benim Marşam ne olacak? O da hala yaşıyor!" diye üsteleler. Kızının geri döneceğine inanmak ister.

Eski Marşa; insanlarına, ailesine ve mirasına bağlı, onları seven kız nasıl geri getirilebilir? Bu, kolay kolay cevaplanamayan bir sorudur. Marşa'nın geri dönmeyi reddetmesinin yanında, misyoner grup da, ailenin önüne, artık onların "malı" olan Marşa ile daha fazla irtibat kurmamaları için bir çok zorluk çıkarır.

Sara ve ailesi bir kez daha, bu probleme bir çözüm bulabileceği umuduyla Bay İsrael'e danışır. Uzun bir aradan sonra, Bay İsrael konu hakkında araştırmalar yaptığını bildirir. Misyoner gruplarının, Yahudi kaçakları "kurtardığı", ama aslında farklı amaçlar güttükleri başka olaylarla da daha önceden karşılaşmıştır. Naziler'den kaçarken, kendisini saklamaları için rahibelere yalvaran Polonyalı bir kadının hikayesinden haberdardır. Kadına, ancak Hristiyanlığı kabul etmesi durumunda yardım edebileceklerini, aksi durumda bir Yahudi olarak öleceğini söylemişlerdir. Kadın, Atalarının Tanrı'sı Haşem'e güvenerek, zorla din değiştirme tehlikesinden kaçmış ve savaştan ruhu ve inancı zarar görmeden sağ çıkabilmeyi başarabilmiştir.

Bay İsrael'in aklına bir fikir gelir. Ama o anda, bu fikirden kimseye bahsedemez. Yaptığı planın başarısı, ne kadar gizlilikle yürütüleceğine bağlıdır. "Yeiş beraha al davar ha'samul min haayin- Gözden uzak olanda kutsiyet vardır." der Hazal.

Dolayısıyla, Bay İsarel, kimseyle planını tartışmaz. Cemaatin önde gelen bir üyesi ve Yahudi ler arasındaki itibarının sarsılacağından da çekinir. Sessizce, durumu araştırır ve dikkatle kurgusunu yapar.

Soğuk bir aralık günüdür. Kış tatilleri yaklaşmaktadır. Bay İsrael'in habercilerinden biri, tatil sırasında Marşa'nın gittiği Hristiyan okulunun, Londra tiyatrosunda bir gösteri sunacağını ve Marşa'nın da dans grubunda gösteriye çıkacağını bildirir. Gösteri akşamı, yağan yağmurun altında, Bay İsrael'in Rolls Royce'su, hızla Londra'ya doğru gitmektedir. İşadamı, arka koltıka düşünceli bir şekilde oturmaktadır. Dışardan bakılınca, önemli bir toplantısına yetişen bir işadamı, uygar bir kentli görünümündedir. Ama o, iş, İsrael'de bir ruhu kurtarmaya geldi mi, bu imajını rafa kaldırmakta tereddüt etmeyen bir kişidir. "Kol haamekayeim nefeş ahas mi'Yisrael...k'ilu kiyeim olam malei- İsrael'de bir ruhu kurtaran, bütün dünyayı kurtarmış gibidir!".

Araba, tiyatronun arkasında durunca, içeriden gelen neşeli müziği duyarlar. Bay İsrael, şöförünü, tiyatronun kapısında sigara içen görevliyle konuşması için gönderir. Alçak sesle, gösteri programı hakkında konuşurlar. Görevlinin eline bir miktar para verilir. Aniden, yüksek sesli müziği bastıran "Şimdi!" diye haykıran bir ses duyulur. Şöför arabaya dönüp arka koltuktaki çarşafı alır. Tiyatronun yan kapısında kaybolarak, labirente benzeyen koridorlardan, kendisine yolu göstermesi için rüşvet verdiği adamı takip eder. Daha önceden ayarlandığı gibi, durur ve müzik sona erip alkış sesleri yükselene kadar sabırla bekler. Kapı açılır ve dans kıyafetleri içinde bir kız sahne arkasına gelir. Rehberin başıyla yaptığı işaretin ardından, Bay İsrael'in şöförü, hemen kızı yakalar, çarşafı başının üzerine örter ve bekleyen arabaya doğru gerisin geri koşar. Dakikalar sonra, Rolls Royce, ailenin bulunduğu Portsmouth'a doğru hızla yol almaktadır.

Marşa'yı kanunsuzca, onun isteği dışında alıkoymak kolay değildir. Kaçak rganizasyonları onun izini bulmaya çalışır. İlk başta, organizasyonlar ile Sara arasında gergin telefon konuşmaları olur. Kızın ortadan kayboluşunda Sara'nın parmağı olduğunu düşünmektedirler. Çeşitli arama ekipleri çalışmalar yapar, ama Tanrı'ya şükür, Marşa ile Bay İsrael arasında bir ilişki olabileceğini tahmin edemez. Bu arada, kızın, belli bir süre Portsmouth'ta, dışarısı ile ilişkisinin kesilmesi ve "alıkoyulması" gerekir.

**

Aradan zaman geçer, ancak savaş acısı ve misyonerlerin etkisi, kızın içinde annesine karşı büyük ve kaldırılması imkansız bir engel hissetmesine neden olmuştur. Hiç birşey, Marşa'nın annesine dönmesini sağlayamaz. Sara, kızını ziyaret etmeyi denediği her sefer, geriye, kalbi kırık, acı dolu ve gelecek için umutsuz bir şekilde geri döner. Doktorlara ve diğer uzmanlara danışılır. Onlar ancak sabırla beklenilmesi ve anlayışlı olunması gerektiğini öğütlerler. En sonunda, uzun araştırmalar ve çalışmalardan sonra, Sara, kızını kaybettiğini umutsuzluk içinde fark eder. Ama yürekli bir şekilde, kızının Yahudi toplumuna geri dönebilmesi için, Yahudi yaşamının içinde bulunması gerektiğine karar verir. Kendi annesinin yanında olmasa bile, başka bir Yahudi ailenin yanında bu fırsata sahip olabileceğini düşünür. Marşa, ilk başta bu fikre sıcak bakmaz ve kendisine sahip çıkan ilk aileyi reddeder. Bu olayları uzaktan takip eden annesi çok gözyaşı döker. "Karov Haşem l'nisberei leiv- Haşem, ruhu acı içinde olana yakındır." Ailenin ilk çocuğu olan Marşa'yı kurtarmayı sayısız kez denedikten sonra, kızının tüm bu reddedişleri karşısında, Sara'nın içinde hissettiği acı kelimelerle ifade edilemez boyuttadır. Ancak, Sara'nın gözyaşları ve çabaları boşa gitmez. Marşa'ya sahip çıkan ikinci Yahudi aile, inanılmaz bir başarı elde eder. Ailenin ve olayda emeği geçen her Yahudi'nin yoğun çabaları cevap bulur ve bu kutsal görevleri sonucunda, Marşa, en sonunda Yahudi kimliğini kabul eder. Dindar bir Yahudi kadın olarak yetişir. Evlenir ve Amerika'ya taşınarak, orada güzel bir Yahudi ailesi kurar.

Bazı kahramanlar tarih yazar ve onların hikayeleri dilden dile aktarılır. Ancak Sara'nınki gibi sessiz kahramanlıklar, sadece bu gibi kararlardaki derin acıyı ve bağlılığı gören yakınları ve Haşem tarafından bilinir. Acaba kaç kişi, gelecek nesillerinin Tora'ya bağlı Yahudiler olarak yetişebilmesi uğruna kendi çocuğunu yetiştirme zevkinden feragat edebilir ?