Uzun yıllar önce, Yeruşalayim’de yaşayan bir Rabi vardı. İyi ve dürüst biriydi, bilgeydi, Tora’yı da oldukça iyi bilirdi. Ünü sadece Israel topraklarına değil, Yahudilerin yaşadığı her yere yayılmıştı.

Günün birinde Rabi, Mısır’da yaşayan Yahudilerden bir mektup aldı. Mektubu açtı ve okudu:

Sevgili Rabi, Şalom!

Çok bilge biri olduğunu ve Tora’yı çok iyi bildiğini duyduk. Mısır’a gelmeni ve bize Tora’yı öğretmek için bir süre bizimle kalmanı istiyoruz.
 
Mektubu bitirince, Rabi kendi kendine “Evet, Mısır’a gideceğim.” dedi.

Israel ve Mısır arasında uzun bir çöl vardır. Eski günlerde bu ülkelerin birinden diğerine gitmek iki hafta sürerdi; ve bu yolculuk develerle ya da eşeklerle yapılırdı. Uzun ve oldukça zorlu bir yolculuktu bu.

Çölde vahşi hayvanlar ve eşkıyalar bulunurdu çölün her bir köşesinde. İnsanlar bu çölü tek başlarına geçmeye korkarlardı. Bu yüzden, birbirlerini korumak için kervanlar oluşturup birlikte yolculuk ederlerdi.

Rabi, Mısır’a doğru giden bir kervanbaşına gitti. Bu kervanın ne başı ne de yolcuları Yahudiydi. Rabi kervanbaşını bir kenara çekti ve ona dikkatlice derdini anlattı: “Kervanınıza katılmak istiyorum. Fakat bilmelisiniz ki ben bir Yahudiyim ve Şabat'ın kurallarına uyarım. Lütfen Şabat başladığında duracağımıza ve ancak Şabat bittiğinde yolumuza devam edeceğimize dair bana söz verin.”. Kervanbaşı Rabi’ye elinden geldiğince yardım etmeye söz verdi.

Rabi evine geri döndü. Kendine kıyafet ve yiyeceklerden oluşan bir seyahat çantası hazırladı. Yanına  şamdan, mumlar ve bir de Sefer Tora aldı. Çantasına bir şişe şarap ve Kiduş için şarap kadehi koydu. Hala’yı, hala örtüsünü ve beyaz masa örtüsünü de koymayı unutmadı. Hazır olduğunda, ailesi ve arkadaşlarıyla vedalaştı ve kervana katılmak üzere yola koyuldu.

Pazar sabahı kervan yola çıktı. Yolcular develerine ve eşeklerine bindiler. Kervanbaşı önde gidiyor, yolculara yol gösteriyordu. Yolcular da onu dikkatlice izliyorlardı. Bütün gün gittiler. Çölde biraz su, ya da gölgelik bir yer bulduklarında develerinden ve eşeklerinden inip dinleniyorlardı. Sonra tekrar yola koyuluyorlardı.

Ve gittiler – Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cuma boyunca...

Cuma akşam üstü, Rabi kervanbaşıyla konuşmaya gitti: “Yakında Şabat’a gireceğiz. Ben bir Yahudiyim ve Şabat’a bakarım. Şabat günü yolculuk yapmam. Bana Şabat başladığında duracağımıza ve ancak Şabat bittiğinde yolumuza devam edeceğimize dair söz vermiştin, hatırlıyor musun?”

Ama kervanbaşı yanıtladı: “Çok tenha bir yerdeyiz. Çölde vahşi hayvanlar ve eşkıyalar var. Burada durmak çok tehlikeli.”

Rabi çok üzüldü. Ne yapmalıydı? Yolculuğa devam edip Şabat kurallarına karşı mı gelmeliydi? Yoksa çölde, vahşi hayvanlar ve eşkıyalar içinde tek başına mı kalmalıydı? Bir süre düşündü, sonra kervanbaşına dönüp, “Şabat’a itaatsizlik etmeyeceğim. Siz bensiz devam edin. Ben Şabat bitene kadar burada kalıyorum.” dedi.

Diğer yolcular yalvardı: “Rabi, burada tek başına kalma! Çölde vahşi hayvanlar ve eşkıyalar var. Seni kim koruyacak? Lütfen bizimle yolculuğa devam et.”

Ama Rabi yanıtladı “Şabat bitene kadar burada kalacağım.” diyerek. Yolcular Rabi’nin fikrini değiştiremeyeceklerini anlayınca yollarına devam ettiler gözden kayboluncaya kadar. Rabi çölde yalnız başına kaldı.

Güneş yavaşça alçalıyordu, Şabat başlamak üzereydi. Rabi  hazırlanmaya başladı. Önce kuma büyük bir daire çizdi. Sonra beyaz masa örtüsünü çıkardı çantasından ve yere, dairenin içine yaydı. Şamdanları örtünün üstüne yerleştirdi ve şarap şişesiyle Kiduş kadehini koydu yanyana. Son olarak halayı örtünün üstüne koydu ve onu özel hala örtüsüyle örttü. Çizdiği dairenin ortasına geçti , Şabat mumlarını yaktı ve duaya başladı.

Dua ederken bir aslanın ona doğru geldiğini gördü. Aslan çok büyüktü. Kocaman gözleri, altın rengi yelesi vardı. Rabi çok korkmuştu, ama dua etmeyi durdurmadı.

Aslan yaklaştı. Rabi dua etmeye devam etti. Aslan dairenin kenarına geldi ve durdu. Kumlara uzandı. Başını pençelerine yasladı ve sanki duaları dinliyor ve anlıyormuş gibi gözlerini Rabi’ye dikti.

Rabi duayı bitirdi, bir yudum şarap içti, halayı böldü ve yedi. Sonra dairenin içine uzandı ve uykuya daldı.

Sabah uyandığında, aslanın hala dairenin dışında yattığını gördü.

Aslan kıpırdamadan, öylece yatıyordu. Dostça bakan gözleri “Şabat  Şalom Rabi. Ben hala buradayım” der gibiydi.

O anda Rabi, aslanın onu koruduğunu anladı.

Rabi kalktı ve Şabat sabahı dualarını etti. Sonra oturup Tora’yı okumaya başladı. Akşam olana kadar, bütün gün Tora okudu. Gece gökıüzünde üç yıldızı görünce, Avdala mumunu yaktı ve Şabatın bitişini belirten Avdala seremonisini gerçekleştirdi. Bitirdiğinde, aslanın kalkıp kendisine yaklaştığını gördü. Aslan Rabi’yi sırtına binmeye davet ediyordu. Hemen eşyalarını toparladı – şamdanları, şarabı, Kiduş kadehini, hala örtüsünü ve Sefer Tora’yı çantasına yerleştirdi ve aslanın sırtına bindi.

Aslan doğruldu, heybetli başını kaldırdı, altın yelesini dalgalandırarak, korkuturcasına kükredi, ve rüzgar gibi, uçarcasına kervanın gittiği yöne doğru ilerledi süratle.

Bu sırada, kervan yavaşça yoluna devam ediyordu. Yolculardan biri geriye, izledikleri yola dönüp baktı. Birdenbire ufukta siyah bir nokta gördü. O nokta hızla kervana doğru geliyordu. Yaklaştıkça, büyüyor, büyüyordu.

Yolcular durup beklediler. Altın yeleli bir aslanın geldiğini gördüler. Aslan onlara doğru koşuyordu, ve ne görsünler, aslanın sırtında Rabi oturuyordu!

Yolcular çok korkmuşlardı, ama aslan kervana yaklaşınca durdu ve yere uzandı. Rabi aslanın sırtından indi. Sonra aslan kükredi yine korkuturcasına, ve arkasını dönüp saniyeler içinde çölün içinde gözden kayboldu.

Yolcular şaşırmıştı. “Rabi, bize başına neler geldiğini anlat!” diye bağırdılar.

Rabi, kervandan ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlattı. Yolcular hikayeyi dinledikten sonra, Rabi’ye saygıyla bakıp, “Tanrı, o aslanı, seni Şabat sırasında koruması için göndermiş olmalı” dediler. Rabi devesine binip kervanla birlikte yoluna devam etti bir şey söylemeden.

Kervan Mısır’a ulaştığında, yolcular gördükleri herkese Rabi ile aslanın öyküsünü anlattılar. Öyküyü duyan herkes aynı şeyi düşünüyordu: “Şu Rabi çok kutsal biri olmalı.”

O günden sonra kimse Rabi’yi gerçek adıyla çağırmadı. Ona İbranice’de “aslan” anlamına gelen “Ariel” adını verdiler. Bu isim herkese, Rabi’yi Erev Şabat’tan Motsae Şabat’a kadar koruyan aslanı hatırlattı. Rabi hem Şabat’ın kurallarını yerine getirmiş hem de sağ sağlim  Mısır’a varmıştı.

Copyright © 2011 SEVIVON. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu sitede kullanılan tüm içerik ve görsellerin kullanım hakları Sevivon'a aittir.
İzinsiz kopyalanamaz ve kullanılamaz.