Kapının üzerindeki  tabelada şöyle yazılıydı:

YASEF’İN FIRINI

Yasef ‘in fırınında her gün taze ekmek ve çörekler çıkar, Perşembe akşamları da Şabat günü için saç örgüsü tatlı çörekler (halot) pişirilirdi.  Fırından çıkan nefis kokular bütün Yahudi mahallesine yayılır ve insanlar derdi ki: “ ekmeği şehrin en iyisi.”
 
 

Bu modern fırındaki her şey yeniydi ve pırıl pırıl parlıyordu. Ama bir tek şey hariç: kenarları yanmaktan kararmış, palası demir bir halkayla sopaya tutturulmuş, tahtadan yapılmış eski bir fırıncı küreği. Küreğin altında şöyle bir açıklama vardı:

 

BU ESKİ BİR FIRINCI KÜREĞİDİR.

Eski günlerde ekmek fırınlarının mağaraya benzer pişirme yerleri vardı. Bu fırınlar odun ateşiyle yanardı. Fırının çevresi çok sıcak olduğundan ekmek somunlarını fırının içine koyup, piştikten sonra dışarı çıkarmak ancak böyle bir fırıncı küreği ile yapılabiliyordu.

  Gerçi Yasef ‘in yeni, modern elektrikli fırınına ekmek koyup çıkarmak için bir küreğe ihtiyacı yoktu. Peki ama neden bu eski kürek yeni dükkanın duvarında asılı duruyordu? Uzun yıllar önce büyükbabasının birkaç hırsızla yaşadığı maceranın anısına Yasef  küreği oraya asmıştı.

İşte olaylar şöyle gelişmişti: Yasef’ın büyükbabası fırıncıydı. Eski kentte büyük bir binanın sahibiydi. Fırını birinci kattaydı. Kendi de ailesiyle birlikte ikinci katta oturuyordu. Yasef küçük bir çocukken, Saba(büyükbaba)   her sabah erkenden dükkana iner, fırının içine odun atıp yakardı ki daha sonra pişirmeye başladığında fırın sıcak olsun.  Sonra unu, mayayı, tuzu ve birkaç malzemeyi daha ölçerdi. Hepsini karıştırıp yoğurarak bir hamur tutar ve üstüne temiz bir örtü örttükten sonra  kabarmaya bırakırdı. Ardından hamuru tekrar yoğurur, somunlar haline getirip iki kat büyüyene kadar üstlerini temiz bir örtüyle örterdi. Sonra somunları teker teker küreğe koyar, fırına yerleştirirdi. Taze pişmiş ekmeğin nefis kokusu Yahudi Mahallesine yayılır, insanlar kahvaltı için ekmek ve çörek almaya gelirlerdi.

Bir gece Saba  gürültüler duyarak uyandı. Pür dikkat dinledi. Sanki fırından sesler geliyordu. Yavaşça yataktan kalktı ve aşağıya indi. Hareket eden iki gölge gördü. “Fırınıma hırsızlar girmiş” dedi kendi kendine. “Hırsızlar! Defolup gidin fırınımdan!” diye haykırdı. Hırsızlar hemen un çuvallarını ellerinden bırakıverdiler. Ama kaçacaklarına Saba ’ya doğru koştular.

Saba  korkmamıştı. Fırıncı küreğini kaptığı gibi üstlerine yürüdü. “Benim unumu çalmaya nasıl cüret edersiniz?” diye gürledi. Hırsızlar küreğin bir ucuna yapıştılar. Saba   öbür ucuna asıldı. Hırsızlar var güçleriyle çektiler. Krak! Kürek ikiye ayrıldı. “Alçaklar”diye öfkeyle bağırdı Saba . Bir yandan da elinde kalan küreğin sapıyla onlara vuruyordu. Korkan hırsızlar koşarak gecenin karanlığına karıştılar.

Bu arada tüm aile bağrışmaları duymuştu. Yataklarından fırlayıp fırına koştular. Civardaki komşular da gürültüye uyanmış, koşup gelmişlerdi. Yasef  büyükbabasına sordu: “Ne oldu dede (Saba)? Kim bu kadar gürültü yapıyordu?  Küreğin nasıl kırıldı?”

Saba  anlattı: “Fırından gelen sesler işittim. Hırsızlar un çuvallarını çalmak istiyorlardı, ama ben fırıncı küreğimle onları kovaladım.”

“Ama sende yalnız sapı var. Küreğin palası nerede?” diye merakla sordu Yasef.

“Bilmiyorum,” diye yanıtladı Saba . “Gelin arayalım.”

Tüm komşular palayı aramaya yardım ettiler. Avlunun ve fırının içindeki her yere baktılar. Ancak bulamadılar. “Boşverin, önemli değil,” dedi Saba . “Yeni bir tane daha yaparım.”

Ama küçük Yasef pes etmemeye kararlıydı. “Eğer palayı bulursam büyükbabam öyle mutlu olacak ki! Küreği tamir edebilecek ve tıpkı yeni gibi olacak,” diye düşünüyordu. Fırını ve avluyu baştan aşağıya tekrar aradı. Hâlâ  palayı bulamamıştı. Birden aklına bir fikir geldi. “Belki de hırsızlar onu avlunun dışında sokakta düşürmüşlerdir kaçarken” diye geçirdi içinden ve avlunun kapısını açtı.

Elbette! İşte pala orada avlunun çıkışındaki sokakta, kaldırım taşlarının üstünde duruyordu. Yasef onu yerden aldı ve koşarak fırına girdi. Heyecanla “Saba, Saba!” diye bağırdı. “Küreğin palasını buldum!”

Saba ’nın yüzü büyük bir gülümsemeyle aydınlandı. “ Onu aramaktan vazgeçmediğin için ne kadar da şanslıyım,” diyerek Yasef’i kucakladı.

Sonra Saba küreğin iki parçasını alarak onları demir bir halkayla tutturdu. “ Bugün ekmeği pişirmek için bu küreği kullanacağız,” dedi Yasef’e. “Ama yarın yeni bir tane yapacağım.”

“Ya eski küreği ne yapacaksın, Saba? Onu atacak mısın?” diye sordu Yasef.

“Hayır, o gecenin hatırası olarak onu duvara asacağım.” diye cevap verdi Saba. “Bu kürek hep  ailemizde  kalmalı. O, fırınımızı hırsızlardan kurtardı.”

O gün Saba  küreği fırınının duvarına astı ve o hep orada kaldı. Yasef’in babası, Aba , fırını işlettiği yıllar boyunca onu duvarda tuttu. Yasef büyüyüp yeni fırını kurduğunda eski küreği unutmadı. Onu da beraberinde getirip yeni dükkanın duvarına astı.

İşte eski küreğin öyküsü böyle. Bugün  Yasef’in ailesi hâlâ  bu eski tahta küreğin fırınlarını hırsızlara karşı koruduğuna inanıyor. O, duvarda asılı olduğu sürece fırın emniyette ve Yasefler Yeruşalayim halkı için ekmek pişirmeye devam edecekler.

Copyright © 2011 SEVIVON. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu sitede kullanılan tüm içerik ve görsellerin kullanım hakları Sevivon'a aittir.
İzinsiz kopyalanamaz ve kullanılamaz.